Olaylar Ve Görüşler

Sanatın sınırları üzerine - Dr. Öğr. Üyesi Görkem Utku ALPARSLAN

31 Temmuz 2021 Cumartesi

Günümüzde sanatın başlıca sorunlarından biri sınırlarının belirsizleşmesidir. İnsan, doğası gereği bilimde, felsefede ve sanatta kötüyü ve niteliksizliği savunma eğiliminde değildir. Ancak insanlar popülaritenin baskısı altında çeşitli alanlarda ve özellikle sanatta nitelik kaybını göz ardı edebilmektedir. Bu bağlamda iyi ve nitelikli sanatın insanlarla bütünleşmesinin modern sonrası dönemde sanatın muğlaklaşması ve yönlendirmeye açık hale getirilmesi nedeniyle sekteye uğradığı görülmektedir. Bir kısım insanların bu anti-nitelikli, anti-sanata alıştırılması ve bunun kullanışlı olması, başta sanat olmak üzere birçok olumlu işlevine zarar vermektedir. 

ORTAK KAYGI

Yüzyıllar boyunca sanatın sınırları ve ne olduğu sorusu ile ilgili tartışmalar süregelmektedir. Sorun en çok gerçeklik çerçevesinde yoğunlaşmaktadır: Sanat ya da bir şey gerçeklikle bağlantılı mı, değil mi? Bu tartışmalara en iyi yanıt “gerçek” tarafında olmalıdır. Çünkü tarih bize gösterir ki tüm ilerlemelerin ve gelişmelerin temelinde “gerçeğe sadakat” vardır. Gerçeğin karşıtı olan hurafe, insanlığa mutsuzluktan başka bir şey getirmemiştir. 

Sanat ve gerçeklik ilişkisi Platon’dan beri tartışılmaktadır. Platon, estetiğini zihinsellik çerçevesinde kurmuştur. Bu düşünceyle, benzetmeci sanatı ciddi bir biçimde eleştirmiştir. Aristoteles, Platon’un tam tersi bir yönde gibi hareket ederek, sanatsal üretimde doğadan yola çıkıp onun aşılması, daha güzelin ortaya konması gerekliğini savunmuştur. Platon, doğrudan zihni, Aristoteles ise doğayı gerçekliğe ulaşmak için bir araç olarak görmüş, sanata gerçeklik bağlamında etkileri düşünceleri yönünde olmuştur. Bu bağlamda “gerçeğe sadakat” klasik dönemde doğayı aşma anlamında Aristoteles düşüncesiyle bağlantılı ilerlerken modern dönemde Platoncu zihinsellikle bağlantılı ilerlemiştir. Söz konusu iki karşıt gibi görünen görüşü uzlaştıran Kant, hem modern sanatın Cézanne eliyle ortaya çıkmasını sağlamış hem de sanatın özgür evriminin yolunu açmıştır. Kant ister klasik ister modern olsun, sanatın özünün belirlenmesi konusunda önemli bir temel atmış ve birçok düşünürü bu bağlamda etkilemiştir. Kant, tin ve özdeğin birbirlerini tamamladığını savunarak ne salt Platoncu (tin) ne de salt Aristotelesçi (özdek) bir bakış açısıyla sanatın belirlenebileceği fikrinin oluşmasına zemin hazırlamış ve kapsayıcı bir omurganın temelini atmıştır. Kısaca, ona göre sanat, ussallık ile yaratıcılık arasındaki özgür bir oyun, uyumdur. Çağdaş sanat tarihçilerinden Doorly de sanatı, “nitelikli bir uğraş” olarak ifade etmektedir. Ona göre sanat, kanonlar (biçimsel birikim) ile yaratıcılığın uyumundan oluşmaktadır. Bu uyum kanonların nitelikli bir evrimidir. Söz konusu evrim, Kant’ın “özgür oyun”unda olduğu gibi sonsuz bir serüvendir. Ancak bu serüven temelsiz değildir. 

Tüm bu görüşlerin ortak kaygısı, sanatın gerçeklik algısıyla bağlantısıdır. Sanat tarihine baktığımızda da başyapıtların gerçeklik ile ciddi bağlantıları olduğunu görebiliriz. Ancak günümüzde modern sonrası popüler eğilimlerin etkileri bu düşünürlerin gerçeklik bağlamındaki çabalarını haklı çıkarmaktadır. Onlar, armoninin kakofoniye dönme tehlikesini sezerek belki de sanat ve sınırları meselesi üzerine bu kadar eğilmişlerdi. 

ÖZGÜNLÜĞE YÖNELMELİ

Sanatın sınırlarının muğlaklaşmasının en önemli temelini Duchamp atmıştır. Sanat yapıtı ortaya koyduğunu kendisi de iddia etmeyerek oluşturduğu Çeşme adlı hazır yapıt, sanatın kanon boyutuna karşı ciddi bir saldırı niteliğindeydi. Söz konusu anti-sanat nesnesi çağdaş sanatta bir şekilde yerini aldı. Ancak her şeyin sanat olabilirliği sorununu ortaya koydu. 

Bu sorun, her şeye sanat vasfı verilmesinin yolunu açmış ve bu yolla insanların popüler olma kaygısıyla manipüle edilmesini kolaylaştırmıştır. Kalıcı olmayan popülariteye endeksli müzik ya da görsel işler bunun en bariz örneğidir. Bu sorunun çözülmesi, sanatın omurgasının korunmasından geçmektedir. Bu omurga da sanatın belirliliği üzerine düşünmekle mümkündür. Sanatçılar popülariteden ve çok satandan ziyade, kendi nitelikli özgün dillerini, sanatsal omurgadan kopmadan kurmalıdırlar.

DR. ÖĞR. ÜYESİ GÖRKEM UTKU ALPARSLAN

PAMUKKALE ÜNİVERSİTESİ EĞİTİM FAKÜLTESİ GÜZEL SANATLAR EĞİTİMİ BÖLÜMÜ 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları