Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Küreselleşmede Reformize Hareketler - Yaşar SERT
AB’nin oluşum sürecine bakarsak I. ve II. Dünya savaşlarının
mutlak belirleyici etkilerini görürüz.
I. Dünya Savaşı sonunda öylesine
ağır maliyetler oluşmuştu ki galip devletler eski çağlardan beri gelen bir alışkanlıkla tüm
sorumluluğu mağlup devletlerin üzerine yükleyerek kendi halklarını yatıştırmaya
çalıştı.
Emperyalist çekişmelerin ve tekelci
kapitalizmin açtığı yarayı,
milyonlarca insanın canına
mal olmasının (yaklaşık 10 milyon insan) gerçeğinin üstünü örtmek için
böyle yaptılar. 1919-1920
Paris Barış Antlaşması ile
bir barışı kurmayı değil, yeni ve daha feci bir savaşın nedenini oluşturacak
kadar ağır ve ezici şartlar içeriyordu.
Buna rağmen bu düzen en fazla 1929-1930 Ekonomik Buhranı’nın etkileri radikal
ve revizyonist güçleri öne
çıkarıncaya kadar sürebildi. Böyle
bir faşist dönüşüme uğrayan devletlerle bile pazarlığa oturabilen İngiliz ve
Fransız yöneticilerinin esas
amaçları sömürge imparatorluklarını korumaktı.
Fakat
bu taviz politikaları ne Nazi Almanyası’nı, ne de faşist İtalya’yı
durdurabildi. Her ne olursa olsun çıkan antlaşma sonuçları Almanya'yı hiç mutlu etmedi. Ve
başlayan II. Dünya Savaşı, halefine göre çok daha büyük
yıkım ve insan kaybını (yaklaşık 50 milyon) getirdi.
AB’NİN KURGUSU
Avrupa Birliği düşüncesi
tüm bu olaylara tepki olarak ortaya çıktı. Çünkü kendi ülkeleri içerisinde sol kanattan yükselen haklı
eleştiriler kendilerini zorda bırakıyordu. Bu eleştirilere karşı mutlak bir çözümle
halkın nabzını tutmaları gerekiyordu. Yapılan hataların üstünü örtmeleri veya
unutturmaları şarttı.
1949’da kurulan Avrupa Konseyi ve NATO, Sovyet tehdidine
karşı bir yanıt niteliğindeydi. Avrupa Konseyi, kıtayı diktatörlüklerden koruyacak bir demokrasi ve
insan hakları söylemi
geliştirerek o zamana kadar olmayan bir “Liberal Batı İdeolojisi” kurgularken, NATO da kurulan bu “özgür kıta”yı koruma misyonu
üstleniyordu.
Avrupa Birliği tasarımı, bu güvenlik ortamında yıkımı onarmayı ve halkları birbirine yaklaştırarak Avrupalılık fikrini, Amerikan rüyası tasarımına benzer şekilde oluşturmayı hedefleyen bir proje oldu. Sovyet tehdidine yönelik abartılmış algılamaların getirdiği kolaycılık ve ABD’ye yüklenen savunma yükü Avrupalıların işini kolaylaştırdı.
Günümüzde Koronavirüs tehdidi nedeniyle yaşananları 1929-30
Buhranı ile kıyaslayanlar, radikal güçlerin yeniden dirilebileceğini ve AB’yi
bunun yıkabileceğini öne
sürüyor. Son zamanlarda Avrupalıların mültecilere ve göçmenlere karşı vicdansız
ve insafsızca davranması,
AB'nin aşırı sağcılaşmaya ve fanatik ırkçılığa doğru kaymaya başladığını
doğrular nitelikteydi. Avrupa’da ırkçılık
yeni bir olgu değildir ve uzun tarihlerinin farklı dönemlerinde mutasyona uğrayarak bugünlere
ulaşmış bir geçmişleridir.
Daha net bir ifade ile Avrupalılar sadece “kendilerine hümanist ve kendilerine demokrattır”. Geri kalmışlık
olgusunu sömürü ve kukla
diktatörlerle değil, ırksal, kültürel ve zihinsel
yetersizliklerle açıklamaya kalkarlar.
Kendilerinin dışındaki dünyaya karşı bir
tasarımları vardır ve Türkiye de bu dünyanın içindedir. Ölçüp biçtikleri
bir rol modeli dayatırlar ve bunun dışında geliştirilen politikalardan
hoşlanmazlar. Sadece AB değil, ABD' de bir küreselleşme karşıtlığı ve
rahatsızlığı son yıllarda öne
çıkmıştır. Küreselleşme yaklaşık otuz yıla yakın bir sürede oluşmuştur.
Ve
belli başlı kurumlar sayesinde güçlenmiş, ayakta kalmıştır. Bu kurumların
başında gelen en önemlilerinden
birisi ise Dünya Ticaret Örgütü (WTO) gibi bağımsız örgütlerdir. Son zamanlarda bu kurumların
bağımsız ve otonom oluşu başta ABD olmak üzere birçok dengeleri rahatsız ediyordu. Son
yıllarda Trump öncesi de bu
kurumlarla ABD arasında gerginlikler çıkmaya başladı. Dünya Ticaret Örgütü
bilindiği gibi devletlerden daha bağımsız bir odak olarak ortaya çıktı. Ve
devletlerarası çıkan anlaşmazlıkları çözen bir hâkimler kurulu ortaya çıkardı.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra özellikle
dünya siyaseti üzerinde çok
etkin olan ABD, bu tür özerk
ve küreselleşmede aktör
kuruluşları hazzetmemeye başladı. Bunun en açık örneği de Trump'ın Dünya
Ticaret Örgütü’ne bağlı hâkimlerin kuruluna doğrudan müdahale etmesidir. Bunun
dışında serbest ticaret antlaşmasına karşı çıkarak vergileri artırma yoluna
başvurmasıdır.
Çünkü Dünya Ticaret Örgütü küreselleşme açısından büyük önem taşımaktadır. AB ise ABD'nin
bu tutumundan rahatsız oldu. ABD'yi dışarıda bırakarak Çin'de dahil olmak üzere
15 ülke ile beraber çalışmasına
devam etme kararı aldı. Çin son zamanlarda küreselleşmeyi isterken ABD, Rusya
ve Hindistan gibi ülkeler ise Merkantilist bir yaklaşımı daha çok önemsiyordu.
Küreselleşme bu tür otoriter yapılı devletler için her zaman bir tehlike arz ediyordu. Özellikle mülteci ve göçmen
konusundaki giriş çıkışlar ülkenin hem işsizliğe yol açtığını, hem de ülke içi huzuru bozduğunu savunuyordu.
AB İÇİN ESAS TEHDİT
Sonuç olarak baktığımızda, bazı Avrupa ülkelerinin pandemi
nedeniyle büyük sağlık sorunları yaşamasının AB’nin sonunu getirebileceği öngörüsü aşırı kötümser
bir yaklaşımdır. Ne İtalya ne de İspanya AB’yi terk etmeye hazır değildir, zira
ekonomik anlamda AB’nin yerini alacak bir seçenekleri yoktur. En basit örnekle şu an can çekişmekte olan turizm sektörünün dirilebilmesi bile Kuzey
Avrupa pazarına bağlıdır.
AB
sistemi 1919 Versay Düzeni değildir ki, o adaletsiz barış düzenini yıkmak için revizyonizm güç kazansın! 1929-30 Krizi’nde müdahale
mekanizmaları olmadığından kriz bir anda koronavirüs gibi dünyayı sarmıştı.
1944 kurulan Bretton Woods sisteminin, IMF, Dünya Bankası, WTO gibi
mekanizmalar ve bizzat AB’nin kendisini bir düzenleyici müdahale sistemi olarak
görmek gerekir.
AB’nin “ortak politika” olarak tanımlanan
pek çok düzenleyici mekanizması vardır: Ortak
ticaret, tarım, gümrük, ulaştırma, savunma ve güvenlik, enerji, para ve maliye
politikaları gibi. Son dönem
krizleri ortak göç politikası ve ortak sağlık ve koruma politikası olmadığından
yaşandı. Bunlar oluşturulup AB sistemine katılacaktır ve bazı inatçı devletlerin direniş imkânı da
kalmayacaktır.
Kimse bu krizden dolayı AB'nin dağılacağını ya da Türkiye'nin böyle bir krizi fırsata çevirip AB'ye gireceğini hayal bile etmesin. Çünkü eksiklerine
rağmen AB hiçbir zaman
hukukun üstünlüğü ve bağımsızlığı konusunda taviz vermemektedir. AB’yi bekleyen
esas tehlike; De Gaulle, Adenauer, Willy Brandt, Mitterand, Giscard D’estaing,
Helmut Kohl ayarında lider ve siyasetçilerin artık çıkmaması ve meydanın Macron gibi “pinokyolara” kalmış olmasıdır.
YAŞAR SERT
ULUSLARARASI İLİŞKİLER
VE SİYASET BİLİMİ UZMANI
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
- Balbay'dan çarpıcı Saray kulisi!
- Karga videosu sosyal medyada viral olmuştu!
- Öğretmenlik meslek kanunu taslağı...
- Atatürk'ün kullandığı parfümden üretti!
- Minikler Cumhuriyet'in ilanını gazete dağıtarak duyurdu
- Şok İddialar! Oktan Keleş: TUSAŞ Saldırısının Arkasında
- Bu kadarı pes! Çöp evden 10 kamyon çöp çıktı
En Çok Okunan Haberler
- Erhan Güran: 'Köyde yangın çıkarmadık'
- 'Önümüzdeki 72 saat önemli, bir baba olarak...'
- Milyarlık vurgun iddiası!
- Hâkimin itirafı
- Erdoğan'dan 'sürpriz' 10 Kasım kararı
- Arbede çıktı, oturuma son verildi
- 'Kurultay haktır, Genel Başkan padişah değildir'
- Erdoğan'dan kayyum için ilk açıklama
- '22 yılın yükünü sırtıma almam'
- Yangın itirafı!