Olaylar Ve Görüşler

Kentleşme ve rant

21 Mayıs 2015 Perşembe

Türkiye dünyanın en fazla nüfusa sahip 18. ülkesidir. Bu durum kentleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Kentleşme ile birlikte de tarım toprakları ranta kurban edilmektedir.

Günümüzde dünya genelinde nüfus hızla artmaktadır. Öyle ki dünyamızın 2007 yılı verilerine göre nüfusu 7 milyara ulaşmıştır. Bunda tıp alanındaki yenilikler sonucu insan ömrünün uzaması, teknolojik gelişmeler, kimya sanayinin gelişmesi gibi faktörler rol oynamıştır.

İşsizlik
Dünya genelinde yaşanan hızlı nüfus artışı sonucu işsizlik sorunu baş göstermiş, bu durum da sanayi metropollerine yani kentlere göçü teşvik etmiştir. Aslında sanayi devrimine kadar dünya nüfusu oldukça yavaş bir artış eğilimindeydi.

Kentlere akın
Ne var ki 18. Yüzyılda İngiltere’de buhar gücünün elde edilmesi ve kullanılmasıyla başlayan sanayi devrimi sonucunda manifaktür üretimden maşinafaktür üretime geçilmesi, diğer bir deyişle kol gücünün yerini makine gücünün almasıyla fabrikaların yer aldığı kentlere doğru bir akın gözlemlenmiştir. Böylece dünya nüfusu giderek kentsel alanlarda yoğunlaşmaya başlamıştır.
Kentleşme olgusunun dünya geneline yayılması ise 2. Dünya Savaşından sonra gerçekleşmiştir. 1950 yılında dünya nüfusunun % 29’u kentlerde yaşıyorken 2000 yılında bu oran % 47’ye çıkmıştır. Kentleşmenin istihdam olanağı yaratması, eğitim çeşitliliği sağlaması gibi olumlu özelliklerinin yanı sıra artan çevre kirliliği, trafik sıkışıklığı kısacası doğal çevrenin tahrip olması gibi olumsuz özellikleri de vardır.
Türkiye nüfusu 2010 yılında 72.561.312’ye çıkmıştır. Diğer bir ifadeyle Türkiye dünyanın en fazla nüfusa sahip 18. ülkesi olmuştur. Bu durum kentleşmeyi de beraberinde getirmiştir. Kentleşme olgusu 1950 yılından itibaren giderek artan bir ivme kazanmış, önce gecekondulaşma yoluyla büyük kentlerde göze çarpan bir sosyal olgu olarak karşımıza çıkmıştır.
Öyle ki Türkiye’de 1927 yılında toplam nüfusun sadece % 24’ü kentsel alanlarda yaşarken, bu oran 1980 yılında % 43’e ve 2010 yılında % 75’e çıkmıştır. Bu demektir ki özellikle yerleşim yoğunluğunun çok olduğu bölgelerde toprak kıymetlenerek büyük bir rant aracı haline gelmiştir. Diğer bir deyişle bu durumda tarım toprakları kentsel ranta kurban edilmiştir.

Ürün kaybı
Bu da beraberinde tarımsal üretim ve ürün kaybına yol aç maktadır. Türkiye, her yıl kaybettiği tarım topraklarının beraberinde getirdiği ürün ve üretim kaybının bedelini 10 milyar TL’lik bir çıktıyla ödüyor.

2015 Toprak Yılı
Dünya nüfusunun hızla artması sonucu gelişmiş, sanayileşmiş ülkeler de küreselleşmenin olanaklarını kullanarak Afrika, Asya ve Uzakdoğu’dan toprak kapma yarışına girmeye başlamışlardır.
Sorunun insanlığın geleceği açısından öneminin anlaşılması üzerine Birleşmiş Milletler ve Dünya Tarım Örgütü 2015 yılını “Toprak Yılı” olarak ilan etmiş bulunuyor.
Türkiye’de ise TEMA tarafından açıklanan veriler ışığında, tüm dünyada her yıl bir Berlin kenti kadar bir toprak parçası kentleşmeye kurban ediliyor. Bu durum günümüzde korkutucu boyutlara ulaşmış durumda. Sadece 2014 yılında dünyada 24 milyar ton verimli toprak yok olmuştur.

2050’de ne olur?
Kentleşme uzmanları 2050 yılında tüm tarım arazilerinin yarı yarıya azalacağını tahmin ediyorlar. Bu da beraberinde açlık, iklim koşullarının değişmesi, bunun sonucu olarak kuraklık, su baskınları kısaca ekolojik dengenin tamamıyla bozulması şeklinde kendini gösterecektir.

Toprak kutsaldır
Bu bakımdan kültürümüzde ekmek kadar kutsal ve ulvi bir değer taşıyan toprağı, kentsel rant uğruna feda etmek, akıl almaz bir durumdur. Gelecek kuşakların doğayla iç içe, onun üzerinde egemenlik kurarak değil de onunla uyum içinde ve dolayısıyla mutlu olarak yaşamasını istiyorsak toprağı da ranta feda etmemek boynumuzun borcu olmalıdır.  

Yrd. Doç. Dr. AYŞE ATALAY Emekli Öğretim Üyesi

 

-

 

Sanatın nazar boncuğu

 

Atatürk Kültür Merkezi bin bir zorlukla yapılmış Türkiye’nin nazar boncuğudur, Atatürk’ün kurduğu o kutsal Cumhuriyet ilkelerine uygun dört dörtlük bir opera binasıdır.

Yangın 27.11.1970 tarihinde saat 21.30’da İstanbul Atatürk Kültür Merkezi’nde başladığı zaman duman ve alevleri gördükten sonra odamdan fırlıyorum, bütün sanatçılar Park Otel’in asma katında toplanmış AKM’nin en üst katı dumanlar ve alevler içinde rüya âleminde olmak şanslı olmak, sanata - sanatçıya ve sanatseverlere haram.
O gün rahmetli partnerim Gülcan Tunççekiç ile Kuğu Gölü eserinin ilk provasını yapmıştık. Evet, doğru, AKM yanıyordu.

Hakiki opera binası
AKM yok oluyor. Almanya’da 78 Stad Oper House’a karşılık Türkiye’de hakiki manadaki tek opera binası. Bina alev alev yanıyor.
Taksim’deki Atatürk’ün heykelindeki gözlerini bu rezaleti görmemesi için kapatacağım geliyor. Bence insanların ağlaması üzülmesi böyle günler için de geçerli olmalı.
Güzel keyifli yaşamayı standart hale getiren çağdaş olmayı belli başlı kurallardan sayan Avrupa Topluluğu ülkelerinin küçüklü büyüklü her şehirde bir opera binası vardır.
Sanat kurumunda sadece Opera - Bale ve Orkestra elemanları çalışır ve bu amaçla yapılmıştır. Bununla da gurur duyarlar. Batının kul kölesi olduğumuz zamanlarda onların bu tip sanatına raconsuzluk diye tanımlayıp, bu bizden olmayan sanat yakıştırması zamanımız da hoş olmayan ve boş konuşmalardır.

Dört dörtlük
Atatürk Kültür Merkezi bin bir zorlukla yapılmış Türkiye’nin nazar boncuğudur, Atatürk’ün kurduğu o kutsal Cumhuriyet ilkelerine uygun dört dörtlük bir opera binasıdır. Dünyanın her yerinde Opera, Bale, Orkestra ve Tiyatro sanatçıları sanat ve kültür ağırlıklı değerleri burada insanlara algılandırmak için dizayn edilmiş yerlerdir.
Opera binası klasik modern tarzda yapılmış nostaljik bir yapıdır. Atatürk Kültür Merke- zi yanmaya başladığı zaman ve sonrasında ise Avrupa basınında son derece kötü ve manşetlerdeki haberlerde yıllar sonra yapılan jenerik güzellikteki ilk opera binasının yanmasının Türkiye’nin çağdaş olma yolundaki imajına ve bu yolda gayret gösterilen çizgisine çok zarar verdiğini günlerce yazdılar, Atatürk Kültür Merkezinin açılışında bir ay evvel kalabalık bir kadroyla Ankara Devlet Opera ve Balesi olarak İstanbul’a gitmiştik.
İlk işimiz yeni yapılan Opera binasını gezmek olmuştu her iki fuayenin modern yapısın seyirci oturma yerleriyle salonun güzelliği, soyunma odalarının içindeki dinlenme duş ve makyaj yerleri, bale orkestra ve tiyatronun prova salonları.. bunları görünce kendimizi rüya âleminde sanmıştık her yere hayranlıkla ve Ankaralı sanatçılar olarak özlemle baktık fantastik bir güzellikte olan 20 metre genişlikte olan bir sahne bunun iki buçuk misli bir derinlik... Temsil esnasında hazırlanan ikici perde sahnesi perde kapandıktan sonra sessiz sedasız ray tekniğiyle iki üç dakikada yerine monte ediliyor, sahne ve zemini dans edilmek için dizayn edilmiş. Kuğu Gölü balesinde ikinci ve dördüncü perdedeki o gizemli sahneyi canlandırmak için 160 metrekarelik tül perde önünden sahneye indiriliyor.
Yangın esnasında paneldeki bir düğmeyle sahnede çıkan bir yangını 30 cm kalınlığında çelik perdelerle hapsedebiliyorsunuz. Aküyle çalışan sahneyi her yerden kontrol edilebilen seyyar kontrol paneli bir tığ gibi işlenmiş teknoloji harikası bir opera binası.

Sanatı yakmak!
Dört gözle Avrupa’nın o güzel yaşam standartlarına karışmak için çalışıyoruz, İstanbul Atatürk Kültür Merkezi hakkında Avrupa’nın gözü bizim üstümüzde iken en hassas oldukları bu sanat konusunda yakmak yıkmak uğraşı verenlerin burada bir eser seyretmelerini kendilerini bu bilgiler doğrultusunda sanatçıların yerine koymalarını çok isterdim.
Uzun seneler yurtdışından koreograf rejisör orkestra şefi vs gibi sanatçıları getirtemiyoruz. Yüzlerce sanatçı senelerce kadro imtihanı açılmasını bekliyor. Yüzlerce sanatçı figüran, yövmiyeli kadrolarıyla ve komik ücretlerle çalışmaya devam ediyor.
Ulusal bilinç oluşturma tezi sanatın var olduğu ülkeler için geçerlidir. İnsanlar sanat yoluyla iyiyi kötüyü ayırt ederek keyifle yaşarlar. En büyük öncüleri de Türkiye’de gerçek anlamda sanat yapan sanatçılar. Onların yere göğe sığmayan kapasiteleri program repertuar ve şaşılacak sanatsal yetenekleriyle bilhassa yurt dışında mucizevî başarılara imza atmışladır. Senelerin sanatçısının ruh hali karakteri bakış açısı ve aşırı duyarlılığına yıpratıcı bir öfkeyle bakılabilir. Ama bu atmosferde bile güzellikler hep bizdedir.
Bu da öyle duygularla yazılmış bir yazıdır. Yapılacak tadilat sonunda kültür adına omuzlayacağı bu onurlu görevdeki dev adımında emeği geçen yaratıcılarına ve kurtarıcılarına buradaki seyircilerin alkışları teşekkür olacaktır.  

OĞUZ ÖZLEM Ankara DOB Sanatçısı



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları