Öner Yağcı

Ben seni sevdiğimi

02 Kasım 2024 Cumartesi

Nasreddin Hoca’dan Hacı Bektaş Veli’ye, Pir Sultan Abdal’a, Bektaşi’ye, Temel’e birçok tarihsel kahramanımızın bağırlarında toplumsal eleştiriyi topladığı ve dönemlerini zaman zaman aşarak kendi var oluşlarının üstünde zenginleştiği yadsınamaz.

Türkülerimizdeki sevdaların çoğu zaman kişisel bir tutku olmaktan çıkıp toplumsal bir durumun anlatımı olarak kabul edilmesi bu gerçekliğin bir parçasıdır.

Yemen, Çanakkale ya da Seferberlik türkülerinin yalnızca sevdalanana söylenmiş sözler olarak algılanmasının tarihsel ve kültürel birikimimizin küçümsenmesinden başka bir anlama gelmeyeceğini bir yana bırakalım, belirgin olarak hiçbir toplumsallık izi görülmeyen birçok türkünün de toplumsal duruma yönelik sesli muhalefetin bir ürünü olduğu apaçık bir gerçekliktir.

Böyle olmasaydı özellikle sevda, ayrılık ve özlem türkülerinin, ağıtların anlamları hiç de taşıdıkları yük kadar olamazdı.

İnsanların dramatik yaşanmışlığının iç dökmeleri ya da acının dışavurumu der geçerdik, onlar da bunca yıl kuşaktan kuşağa, zamandan zamana akamazlardı.

TÜRKÜNÜN TOPLUMSAL ÇIĞLIĞA DÖNÜŞMESİ

Bu gerçeklik bana türkünün toplumsal çığlığa dönüştüğünü düşündürdü.

Yârdan ayrılığın aynı zamanda yurttan ayrılık olarak yorumlanamayacağı sevda türküsü var mı?

“Beni yalnızlığa batırdın gittin” sözleri acaba yalnızca terk edilen bir âşığın sızlanışı mı?

Özlenen, “Karadır kaşların ferman yazdırır” denen yârlar, aynı zamanda kardeşçe bir yaşam özleminin umudunu taşımaz mı?

Yitirilen bir sevdalıyla birlikte yaşama sevincinin de yok olması başka nasıl açıklanabilir?

Turnalarla selam gönderilen “Boynu bükük, benzi soluk yâr” yalnızca sevilen kişi midir?

“Ben ağlarsam ağlayıp gülersem gülen/ Bütün dertlerim anlayıp gönlümü bilen” diye seslenilen ve “Tatlı dillim güler yüzlüm ey ceylan gözlüm” diye tanımlananın aynı zamanda soluk aldığımız yurt olmadığı söylenebilir mi?

Yoksa bunca coşkuyla nasıl korolaşarak çığlığa dönüşür türkü?

CUMHURİYETİN 101. YILI

Cumhuriyetin 101. yıl kutlamalarının da türkülerimiz gibi bir toplumsal coşku seli olduğunu düşündüm.

Kutlamalar, umudun Anıtkabir’de, salonlarda, stadyumlarda, sokaklarda, caddelerde, alanlarda, çığlığa dönüşmesi oldu.

Karşıdevrimin yüreklerde tortulaştırdığı kaygının Cumhuriyet sevdasıyla bilince çıkarılması, kaygının “gayrık yeter” çığlığına dönüşmesi oldu.

Yakılan çoban ateşlerinin kırmızı beyaz devrimi dalgalandırması oldu.

27 Mayıs ve 61 Anayasası’yla soluk almaya başlayan devrimci derlenişin, 12 Mart’la durdurulmaya çalışılan 68 kuşağının sevdasının, 12 Eylül’de “gelincikleri çiğneyen gergedanlar”ın, 2013’te “Gezi”yi kana boğanların bataklığa gömülmesi olduğunu gösterdi.

Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla mazlum uluslara önderlik eden bir tarihin sömürgeleştirme, çağdışı bir düzene, barbarlığa sürükleme çabalarına dur demesi oldu.

Cumhuriyetçilerin doğru politikaya yönelme adımlarının atılması, emperyalizmin yıllardır başarıya ulaşan “böl ve yönet” politikasına karşı bütünleşme bayrağının açılması oldu.

Tehlikelere karşı türkülerle, şarkılarla, şiirlerle bayrama, şenliğe, çığlığa dönüşen yurt sevgisinin “Hepimiz Mustafa Kemal’iz”, “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sözleriyle ölümsüzleşmesi oldu.

Kendisini kul olmaktan çıkarıp insan kılan Cumhuriyete borçluluk duyanların kardeş ellerde büyüttükleri ve hep hırpalanan sevgilerinin yaşamı sahiplenmesi olduğunu gösterdi.

Cumhuriyetin 101. yıl kutlamaları, Cumhuriyet sevdasının bilincinin, duyarlılığının, kararlılığının her tehlikeyi yenecek güçte olduğunu gösterdi.

Sevr’i çöpe atan ulusun BOP’u da gömeceği umudunu çoğalttı.

Cumhuriyet sevdasının bilinci, “Ben seni sevdiğimi dünyalara bildirdim” türküsünü günümüzle örtüştürdü.

101. yıldan nice yüz yıllara...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Ben seni sevdiğimi 2 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları