Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
İstanbul Sözleşmesi ve İktidar - Mustafa KARADAĞ
“Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü’nde biz erkekler olarak,
kadına yönelik her türlü
şiddetin acı ve ıstırap
veren, yaşam hakkını tehdit eden, temel bir insan hakkı ihlali olduğuna,
toplumu derinden yaralayıp zayıflattığına, aile birliğini zedeleyip anne ve
çocuk sağlığını bozan son derece önemli
bir halk sağlığı sorunu olduğuna, kadına yönelik şiddetin katı töre,
gelenek gibi hiçbir gerekçeyle asla meşrulaştırılamayacağına inanıyoruz.
Hayat
arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, annemiz, geleceğimizi emanet ettiğimiz
evlatlarımız kadınlar, bu toplumun yarısını oluşturan erkeklerle aynı haklara
sahip bireylerdir. Bu nedenle kadına yönelik şiddete ortak olmayacağız, seyirci kalmayacağız. Kadına yönelik şiddete son vermek için el ele verelim. Kadına
karşı şiddetle mücadelede erkekler olarak üzerimize düşen görevi yapmak üzere kararlıyız, biz de varız.”
İKTİDAR SÖZLEŞMEDEN NİÇİN ÇIKTI?
İstanbul Sözleşmesi, TBMM’de özellikle planlanarak ve anlamlandırılarak 25 Kasım 2011’de onaylandı. Yukarıdaki metin, eşzamanlı olarak hükümet tarafından, ilk imzası zamanın başbakanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından atılan “Biz de varız” kampanyasının bildirgesi. Dili bir miktar erillik ve “Aslında tam böyle düşünmüyorum” çekinikliği taşısa da genelde İstanbul Sözleşmesi’nin ruhuna uygun bir metin.
Peki ne oldu da AKP, İstanbul Sözleşmesi’nden caydı? Bu sorunun cevabı, her koşulda polemiğe davet eder. Hükümet her zaman olduğu gibi kandırıldı mı? Yoksa her zaman olduğu gibi kandırdı mı? Zira siyasi gelişmeleri birazcık takip eden herkesin bildiği gibi özellikle hak ve özgürlükler konusunda AKP’nin dediğine değil yaptığına bakmak gerekir. İktidar, şimdiye dek sorumluluklarını “kandırıldık” diye def etmeyi başarsa da hepimiz, aslında bizi kandırdıklarını biliyoruz.
Birincisi, İstanbul Sözleşmesi
kadın ile erkek arasında tam bir eşitlik öngörüyor,
eşitsizliğin kaldırılmasını istiyordu. Oysa iktidar, 2010’da İstanbul Sözleşmesi’ni
imzalamadan hemen önce,
kadına karşı şiddetin ve ayrımcılığın önlenmesi konusunu milli eğitim müfredatından çıkarmıştı.
Kadın,
ders kitaplarında başı kapalı, evde temizlik, ütü, yemek yapan bir anne
olmuştu. “Toplumsal cinsiyetin” derslerde anlatılması, iktidarın “manevi değerleri” aleyhine, kadın-erkek eşitliği lehine bir değişiklik yaratabilirdi
ve bu çok tehlikeli hale gelebilirdi. Üstelik İstanbul Sözleşmesi
“kadın” teriminin 18 yaşından küçük kızları da
kapsayacağını öngörmekteydi. “Kadın mı, kız mı?” söyleminden uzaktaydı.
İkincisi, İstanbul Sözleşmesi “cinsel yönelimlerle” ilgili davranış ve değerlendirmeleri “ayrımcılık” kapsamına alıyordu. Neredeyse tamamı tarikat yurtlarında ve evlerinde yaşanan çocuk istismarları, iktidarı rahatsız etmese de konuşulması fazlasıyla memnuniyetsizlik yaratıyordu. Böyle olunca “cinsel yönelimin” bir hak ve özgürlük meselesi yapılması, devletçe hak ve özgürlüklerin korunması, aksi halin ayrımcılık sayılması, siyasi iktidar için şimdi ne kadar “zül” ise o zaman da benimsemediği bir konuydu.
AYNISINI YAPIYORLAR
Üçüncüsü, İstanbul Sözleşmesi, siyasi iktidarı, alanlarda ve her koşulda şiddet uyguladığı, konuşmalarına hatta orta yerde durmalarına bile tahammül edemediği, “kadınlara karşı şiddet uygulanmasıyla mücadelede aktif rol oynayan” sivil toplum kuruluşlarıyla işbirliği yapmak, çalışmalarını her düzeyde özendirip desteklemekle yükümlü kılıyordu. Bu da iktidar bakımından katlanılabilecek bir şey değildi.
Dördüncüsü, İstanbul Sözleşmesi, taraf devletleri, şiddet ve ayrımcılığın sonlandırılması, toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kaldırılması, farkındalığın artırılması, şiddetin kadın mağdurlarının güçlendirilmesi, kadına ekonomik bağımsızlığının kazandırılması, ikincil mağduriyetlerden kaçınılması için önlem almakla yükümlendiriyordu. Sözleşmeye taraf devleti, sosyal devlet olmaya zorluyordu. İktidar ise böyle bir kavramın varlığının farkında bile değildi. Önlem almayı değil, cezalandırmayı seviyordu. Her kadın cinayetinde, iktidar temsilcileri konunun takipçisi olduklarını, failin en ağır şekilde cezalandırılması için her şeyi yapacaklarını açıklıyorlardı. Halen aynı şeyi yapıyorlar.
İKTİDARIN HEDEFİ
Örnekler çoğaltılabilir. İktidar baştan beri samimi değildi. O zaman öyle gerekiyordu. Şimdi, İslami otokratik devlet hedefine oldukça yaklaşıldı. İktidara yakın bir yayın organı açıkça hilafet çağrısı yaptı. İktidar temsilcileri, laiklik ve demokrasi aleyhine birçok söz söylemekten geri durmadığı gibi, Diyanet İşleri Başkanı da Ayasofya’daki ilk cuma namazında, arkasından bayram namazında minbere kılıçla çıktı. Mustafa Kemal Atatürk’e lanet okudu. Kılıç şimdiye dek camilerde görülmemişti. Diyanet İşleri Başkanı, neden buna ihtiyaç duydu? Kılıcı kime verecek?
Hedefi şeriat ve hilafet olan, tek adamın gücünü öne çıkaran bir
iktidarın, İstanbul Sözleşmesi’ni
benimsediğini konuşmak baştan yanlıştı. Şimdi de neden çıktığını tartışmak anlamsız. Laik,
demokratik Cumhuriyete sahip çıkmak, tüm siyasi partiler ve sivil toplumun
ortak görevidir. Demokrasi
güçleri, ortak muhalefeti geliştirmelidir.
MUSTAFA KARADAĞ
EMEKLİ
YARGIÇ
ESKİ YARGIÇLAR SENDİKASI BAŞKANI
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Asgari ücret ve emekli maaşı hakkında önemli iddia!
- Asgari ücret kaç TL olmalı?
- Yarısı mesleği bırakmayı düşünüyor!
- Asgari ücret artarsa verimlilik artar
- Yankı Bağcıoğlu'ndan Suriye uyarısı:
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
En Çok Okunan Haberler
- Meyve suyu devi konkordato ilan etti
- Erdoğan'dan 'emekliler' açıklaması
- Can Grubu'ndan 'şimdi ne olacak' sorusuna yanıt!
- CHP'nin cumhurbaşkanı adayı kim olmalı?
- Belgrad Ormanları yapılaşmaya mı açılacak?
- Özel: Hepimizin vicdanlarını sızlattı
- Kuzey Altuğ'dan korkutan haber! Çağla Şıkel paylaştı
- 'Erdoğan’ın programıyla ilişkisi var mı?'
- 'Bahçeli efendi yeni uyandı!'
- 'Kürt dostlarımız tarafından...'