Dikmen Gürün

Yeni bir yıla girerken

24 Aralık 2024 Salı

Çok değil, bir hafta sonra yeni bir yıla giriyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hutbelerle kutlanmasını yasakladığı yeni bir yıla giriş yapıyoruz. Okullara da bu anlamda yasaklar konmuş. “Milli ve kültürel değerlere aykırı” bir kutlamaymış Diyanet İşleri Başkanlığı ve de Milli Eğitim Bakanlığı’na göre yeni yılın kutlanması. Hoş, ülkenin şu durumunda kimin yeni yıl kutlaması yapacak, yeni yıl şerefine kadeh kaldıracak hali var ki? Mutlu muyuz ya da umutlu muyuz üç beş gün sonra gireceğimiz yeni yıldan? Artık karamsarlık, umutsuzluk, korku, şiddet hayatlarımızın ayrılmaz bir parçası. Kadınlar katlediliyor, hayvanlar katlediliyor, doğa katlediliyor... Cehalet bilinçli olarak besleniyor. Eğitim sistemi çöküyor. 2000’li yılların hele de ikinci yarısıyla birlikte bir girdabının içindeyiz toplum olarak. Bir kültürel çöküntünün ortasındayız. 

ÇÖKÜŞ

Cehalet ve eğitim sistemi dedik. Kültürel çöküntüden söz ettik. Altı yıl önce aramızdan ayrılan bilim insanı, antropolog Prof. Dr. Bozkurt Güvenç Kültürün ABC’si adlı kitabında yer alan “Laiklik nedir, ne değildir” başlıklı makalesinde eğitim ve kültür arasındaki ilişkiye değinir. “Laiklik demokrasinin temel taşı, çağdaş uygarlığa yönelen toplumun barış ve huzur güvencesidir” der ve devam eder. “Kültürle ilgisi ve düşüncesi açısından laiklik, geleneksel tarım kültüründen, çağdaş sanayi toplumuna geçiş döneminin vazgeçilmez kültürüdür, olmazsa olmaz şartıdır da denebilir (...) Toplumsal barıştan söz edenlerin laikliği savunması, 8 yıllık kesintisiz eğitime karşı çıkanları uyarıp uyandırması gerekiyor.” Ak Parti iktidarında, 2012 yılında 8 yıllık kesintisiz eğitimin kaldırılmasıyla birlikte sistemin çöktüğü, yazboz tahtasına dönüştüğü bilinen bir gerçek. Bugün ise inanılmaz uygulamalarla dindarlık ve yobazlık arasındaki sınırlar kaldırılıyor, duvarlar örülmeye çalışılıyor zinde beyinleri içine hapsederek. Giderek yükseliyor duvarlar. Sokaklara, okullara, üniversite kampüslerine kadar taşıyor. Ve ışığımız Mustafa Kemal Atatürk, sanki bugünleri öngörmüş gibi ne doğru saptamalarda bulunmuş 1922 yılında Bursa’da öğretmenlerle yaptığı bir toplantıda: “Akla uygun hiçbir nedene dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında direnip duran ulusların ilerlemesi çok güç olur. Belki hiç olmaz. (...) Bunun için öğretim programımızın, eğitim davranışımızın temel taşı, bilgisizliği gidermek olmalıdır. Bu bilgisizlik giderilmedikçe yerimizde sayacağız. Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir.”* 

ELEŞTİRİNİN ÖZÜ

Evet, demokrasi, özgür düşünce, ifade özgürlüğü kavramları da giderek anlamlarını yitiriyor bu ülkede. Konuştukları için eleştirilerini dile getirdikleri için aydınlık insanlar tutuklanıyor bu topraklarda. Aristophanes, “Söz insan düşüncesinin kanadıdır” demiş. Victor Hugo, “Cromwell”in girişinde “düşüncenin gümrük memurlarından” söz ederken düşünce özgürlüğünün denetlenemeyeceğini vurgulamış. Emile Zola meşhur “İtham ediyorum!” başlıklı yazısında subay Alfred Dreyfus’un tutuklanmasını “insan onuruna bir saldırı” olarak nitelendirmiş. Ephraim Lessing, “idrak yeteneği” kavramını özgür düşünce ve mantık ile buluşturmuş. Eleştiri kurumunun gerekliliğinden ve gücünden söz etmiş. Günümüzün yazarlarından Edward Bond ise kültürün insanın beyninde oluştuğundan, onu uyandırdığından ve de ona sorgulama ve düşünme yetisi kazandırdığından dem vurmuş tüm yazılarında, oyunlarında. 

Düşünmek, yorumlamak, tartışmak, tartışabilmek... Biz toplum olarak bunları yapabiliyor muyuz ve nereye kadar? 

Yine de her şeye karşın, toplum olarak “umut” sözcüğünün çağrışımları üstüne odaklanabiliriz belki diyerek koymak istiyorum son noktayı. 

* Çağdaş Düşüncenin Işığında Atatürk, Dr. Nejat Eczacıbaşı Vakfı Yayınları (Araştırma Dizisi) 3. Baskı. Ekim 2004



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni bir yıla girerken 24 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları