Olaylar Ve Görüşler

İnsanlığın Yakıldığı Gün - Okan TOYGAR

02 Temmuz 2020 Perşembe

“Yaşamak görevdir bu yangın yerinde

Yaşamak, insan kalarak”

Ataol Behramoğlu

 

Olaylar, şenliğin ikinci günü cuma namazından çıkan yaklaşık bin kişinin Sivas Aziz’e mezar olacak”, Vali istifa” sloganlarıyla önce hükümet konağına, ardından da kültür merkezine doğru yürüyüşe geçmesiyle başladı.

Kimilerinin elinde bir gün önceden hazırlanmış olan ve halkı açıkça cihada çağıran Müslüman Kamuoyuna” başlıklı bir bildiri vardı.

Sayısı ve coşkusu gittikçe artan bu grup, henüz açılışı dahi yapılmamış olan Ozanlar Anıtı’nı ve kültür merkezi önünde bulunanları taşlarken, polis telsizlerinden Emniyet müdürünün Müdahale etmeyin” talimatı duyuluyordu.

Herhangi bir engelle karşılaşmadığı için gittikçe cesaretlenen kalabalığın bir sonraki adresi, Aziz Nesin’in de kaldığı Madımak Oteli idi. Kısa sürede sayısı binleri bulan göstericiler şimdi sloganlar atarak oteli taşlıyorlardı.

ÇILDIRTAN ÇARESİZLİK

İçeride tiyatro topluluğunun en genç üyesi, on dört yaşını yeni bitirmiş olan Menekşe Kaya’nın, kırılan cam seslerinden korkmuş olan on iki yaşındaki kardeşi Koraya sarıldığı anlarda, canilerin oteli kuşattığını duyan baba İsmail Kaya otele doğru koşmaktaydı.

Koşarken sadece çocukları Menekşe ve Koray’ı değil, Ankara Pir Sultan Abdal Derneği’nden öğrencileri olan Huriye’yi, Yasemin’i, Asuman'ı da düşünüyordu. Kim bilir ne kadar korkmuşlardı.

Kafas
ının içinde bir yığın soru ile tam otele giden yola sapmıştı ki bir anda asker barikatı ile karşılaştı. “Geçemezsin” dediler ona. Binlerce saldırgan otelin önündeydi ama o gidemedi. İzin vermediler. Bir baba olarak tarifi zor bir çaresizlik içinde geri döndü.

Sadece iki kez otel ile telefon bağlantısı kurabildi ve dernek yöneticisi Kamber Çakır’dan otelin büyük bir kalabalık tarafından taşlandığını, çocukların yukarı katlara çıkartıldığını öğrendi. Elinden hiçbir şey gelmiyordu.

Devletin güvenlik güçleri tek umuduydu. Havaya ateş açsalar, basınçlı su sıksalar ya da göz yaşartıcı bomba atsalar belki de dağılırdı gözü dönmüş kalabalık. Ancak saatler geçiyor, her nedense bunların hiçbirisi olmuyor, polis copunu dahi kullanmıyordu.

KIRILMADIK CAM KALMADI

Kalabalık hızla çoğalmış, yaklaşık on beş bin kişiyi bulmuştu. İki gün önce kaldırım çalışması bahanesiyle elli metre ilerideki PTT binasının önüne yığılmış olan taşlar, hınçla otele fırlatılırken polisin anonsu duyuldu: “İçerdekiler, camın önünde durmayın, dışarıdakiler tahrik oluyor”.

Bu anons ve Sivas Belediye Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun, şenliklerin iptal edileceği, gelenlerin şehri terk edeceği ve Ozanlar Anıtı’nın kaldırılacağı yönündeki konuşması, gücünün her şeye yetebildiğini anlayan kalabalığı daha da coşturmuştu.

Dışarıdaki uğultu gittikçe artıyor ve Laiklik gidecek, şeriat gelecek” sesleri artık daha da yakından işitiliyordu. Korunaklı olacağı düşüncesiyle çocuklar, gençler ve kadınlar odalardan çıkarak koridorlarda toplanmışlardı. Aralarında en telaşlı olanı, ne olup bittiğini anlamakta güçlük çeken Carina idi.

Türkiye’de kadınların aile içi rolü ve çevre ile ilişkileri” konulu bir tez hazırlamak üzere Hollanda’dan gelmiş olan yirmi üç yaşındaki Carina Cuanna o anları günlüğüne Fakat ben bütün bunlardan ne anlarım ki? Dışarıdan yüksek tonda bağırmalar geliyor ama ne olduğunu anlamıyorum” diye yazacaktı ve bu, günlüğüne eklediği son satırlar olacaktı.

Artık otelin ön cephesinde kırılmadık cam kalmamıştı. Şenlik için hazırlanan oyunda Pir Sultan Abdal rolünü oynayan Sait Metin, masa, sandalye ve koltuklardan yaptıkları barikatın arkasında arkadaşlarıyla birlikte bekliyordu. O telaş içinde saatlerdir su içmemişti.

Çevresine bakınırken merdivenin altında bir soda kasası gördü ve bir tane içmek istedi. Onu gören Ali Balkız, Sait, yeğenim bu sayılıdır, parasını veremeyiz şimdi, habersiz içme istersen” deyince, Sait sodayı yerine koydu.

Katliamdan tesadüfen kurtulacak olan Ali Balkız ve birkaç saat sonra katledilecek olan Sait Metin o can pazarında bir şişe soda üzerine bunları konuşurken dışarıda Müslümanlık adına oteli taşlayıp çocukları ve gençleri yakmak isteyen şuursuz kalabalık, Cumhuriyet yıkılacak, şeriat gelecek” diye bağırıyordu.

‘BURADA ÖLECEĞİZ

Taş yağmuru artarak devam ediyor ancak beklenen yardım bir türlü gelmiyordu. Yavaş yavaş herkesin üzerine ölüm korkusunun sinmeye başladığı o anlarda Asaf Koçak, mızıkası ile Bregoviç’in “Çingeneler Zamanı” isimli film müziğinden bir bölüm çalıyor, Asım Bezirci elinde tahta elbise askısı, yüzünde sıcak gülümsemesi ile espriler yapıyordu.

Yasemin Sivri ve Serpil Canik, Galiba buradan çıkamayacağız, öleceğiz burada” deyince bir öğretmen şefkati ile Latife Aydın onların yanağını okşayarak O nasıl söz, burası dünyanın öbür ucu mu, tabii ki kurtulacağız, çıkacağız buradan” diyerek onları yatıştırmaya çalışıyordu ama bir yanıyla buna sanki kendi de inanmıyordu.

İçeride gergin bekleyiş sürerken dışarıdaki kalabalık olanlardan çok keyif alıyordu. Birisi bulunduğu noktadan olanları rahat gördüğü için “Çok iyi görünüyor buradan, harika oldu ya” derken diğeri Yakın lan, yakın” diyordu.

Tam bu sırada küçük bir askeri birlik otelin bulunduğu alana girdi. Bu, içeridekiler için son umuttu, ancak içlerinden bir komutan göstericilerle her ne konuştuysa askerler geri çekildi ve tam o sırada otelin önündeki araçlar ateşe verildi.

Saat tam 19.50 idi.

On dakika sonra askerlerin gözü önünde ve kalabalığın coşkun tezahüratı altında otelin perdeleri de ateşe verildi, içerisinin ahşap dekorasyonu ve merdivenleri döşeyen sentetik halılar nedeniyle yangın kısa sürede tüm binayı sardı.

İÇERİDE HOŞGÖRÜ, DIŞARIDA ‘YOBAZ ATEŞİ’

Yobazlardan birinin Allahım o senin ateşin, içeri gönder, cehennem ateşi bu işte, kâfirlerin yanacağı ateş” dediği dakikalarda, içeride Menekşe, kardeşi Koray’a son kez sarılıyor, Kâmili taşlamak cahilin işi, cahilden kötülük hiç uzak değil” diyen Nesimi Çimen eşinin başını göğsüne bastırmış, yoğun duman ve ateş arasından bir çıkış yolu arıyordu.

Saza, türküye, semaha düşkün ve Pir Sultan Abdal oyununda Ali Baba rolünü üstlenmiş olan on dokuz yaşındaki Serkan Doğan, yobaz ateşini fark eder etmez bir kâğıda bir şeyler yazdı ve yanmasın diye, birkaç kez sararak pantolonunun cebine koydu.

Aşağı katlarda bunlar olurken Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli, dördüncü kattaki bir odada, kapının altından gelen dumanın etkisiyle nefes almakta zorlanmakta ve çaresizlik içinde beklemekteydi. Yangının hızla yayılmasından sonra duydukları tiz çığlıklar üç dört dakika içinde aniden kesilmişti.

Kaleli, Aziz Nesin'e, “Ölüyoruz abi” deyince Aziz Nesin, tfi, eğer öleceksek köşeye büzüşmüş, korkarak ölmüş bir adam gibi görünmeyeyim bu güruha. Beni şu yatağa yatır” dedi. Onun bu sözleri üzerine ağlamaya başlayan Lütfi Kaleli, son bir çare olarak yan taraftaki camı kırılmış odalardan birine götürdü Aziz Nesin’i.

Pencereden dışarı baktığı zaman neşe içerisinde slogan atan binlerce insanı gönce şaşkına döndü. Otelde insanlar yanarken dışarıdakiler bayram yapıyordu. Yaşananların, insanlıkla, inançla, Müslümanlıkla bağdaşır hiçbir yanı yoktu. Bağırarak aşağıdan yardım istedi. Onun komiser olduğunu sanarak hemen itfaiyenin merdivenini uzattılar.

Önde Aziz Nesin, arkada Lütfi Kaleli merdivenden aşağı inmeye başladılar. Bir itfaiye memuru da yardım etmek için onlara doğru yönelmişti ki belediye meclis üyesi Cafer Erçakmak, Aziz Nesin’i kastederek Esas öldürülecek hayvan o, kurtarma onu” diye bağırdı.

Bunun üzerine itfaiye memuru, yetmiş sekiz yaşındaki Aziz Nesin’i elinden tuttuğu gibi kalabalığın önüne savurdu. Can havliyle merdivene tutunan Aziz Nesin’e bu sırada üç itfaiye memuru vurmaya başladı. Başından yara alan Aziz Nesin’i bir komiser onların elinden güçlükle kurtardı ve hastaneye götürmek üzere kucaklayarak polis arabasına koydu.

Bir tarafta yirmi yıldır eserlerinin telif haklarından elde ettiği gelirle eğitim olanaklarından yoksun çocukları okutan Türkiye’nin önemli aydını Aziz Nesin, diğer tarafta Müslümanlık adına onu öldürmeye çalışan belediye meclis üyesi, itfaiye memurları ve azgın kalabalık…

Otelin içinde kardeşlik, hoşgörü, özgür düşünce, dürüstlük, çağdaşlık varken şiir, saz, türkü varken, dışarıda tüm bunları yakıp ortadan kaldırmak isteyen karanlık bir zihniyet vardı. İnsanlık yakılıyordu.

‘BENİM YAVRULARIM ORADA’

Aziz Nesin ve Lütfi Kaleli, polis arabası ile Cumhuriyet Üniversitesi Hastanesi’ne götürülürken Ankara’da bir anne-baba her şeyden habersiz, hacdan yeni gelen komşuları Hüseyin Amca’ya hoş geldin ziyaretine gitmişlerdi. Orada otururlarken televizyondan Sivas’ta olaylar olduğunu ve Madımak Oteli’nin ateşe verildiğini öğrenen anne Yeter Sivri, aniden ayağa kalktı ve o telaşla kapı yerine pencereden çıkmaya çalıştı.

Dur kızım sakin ol” diyen Hüseyin Amca’ya, Nasıl sakin olayım Hüseyin Amca, benim yavrularım var orada” dediği zaman aslında iş işten geçmiş, kızları Hacettepe Felsefe ikinci sınıf öğrencisi, kitap kurdu Yasemin Sivri ve semah delisi on altı yaşındaki Asuman Sivri, kara yobazların yaktığı ateşin dumanı ile birlikte göğe yükselmişlerdi.

2 Temmuz gecesi Sivas’a gelebilen aileler ve katliamdan kurtulanların bazıları ölenlerin teşhis edilmesi için hastanelere götürüldü. Serkan ve Serdar Doğan’ın babası da onlardan biriydi, ancak buna dayanamayacağını söyleyince doktor ile birlikte morga dayısı gitti.

Cenazeler nabız kontrolü ile veriliyordu. Dayı büyük bir üzüntüyle ilk önce Serkan’ı teşhis etti, sonra da Serdar’ı. Ancak Serdar’ın nabzı atıyordu. Hemen morgdan çıkardılar ve tedavi altına aldılar onu. Henüz çocuk denecek yaşta kendisiyle birlikte düşleri ve geleceği de yok edilen Serkan Doğan’ın ise pantolonunun cebinden çıkan kâğıtta şunlar yazıyordu:
Yanıyorum. Anam sakın ardımdan ağlamasın. Ali’yim ben. Pir Sultan yoluna ölüyorum. Başıma yeşil bağla anam. Arkamdan da sakın ağlama.” 

ACIMIZ DİNMEDİ, DİNMEYECEK

Sivas’a türkü söylemeye, semah dönmeye, halay çekmeye gelmiş olan otuz beş canın yakıldığı o utanç gününün üzerinden tam yirmi yedi yıl geçti. Acısı hâlâ dinmedi. Katliamı görmezden gelen ırkçıların, gericilerin inadına Sivas’ın ateşini hiç söndürmeyeceğiz.

Öfkemizi, hesap sorma istencimizi hep canlı tutacak, bir insanlık suçu olan bu kıyımda yaşamını yitiren aydınlarımızı, çocuklarımızı ve gençlerimizi asla unutmayacağız.

OKAN TOYGAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları