Olaylar Ve Görüşler

Ideal kent tasarımı

03 Haziran 2015 Çarşamba

CHP’nin Merkez Türkiye Projesi Türkiye’yi bir global oyuncu yapacak, İstanbul’a göçü yavaşlatacak, işsizliğe çözüm getirecek, Doğu’yu hızla kalkındıracak bir proje gibi gözüküyor.

Her şeyden önce ezber bozdu, yıllardır projeleri olmadığı ithamlarına maruz kalan CHP gündemi değiştiren bir çıkış yaptı. Türkiye’ye hedef belirledi. Bu hedef 2023 için getirilen hedeflerden farklı olarak, bence, Türkiye’ye küresel bir fonksiyon, önemli bir rol ve güçlü bir pozisyon kazandıracak nitelikte.

Projenin boyutları
Özel bir yasayla kurulacak kentin lojistik yapısıyla bir üretim, depolama ve dağıtım merkezi olması, bir yandan serbest bölge, bir yandan üniversite ve araştırma merkezleriyle teknokent kimliği taşıması, ulaşım ağları kurulması, yaratacağı istihdam ile bölgede bir çekim noktası olması, projenin ekonomik boyutları ve benzeri konular her gün tartışılmakta.

MTP ve tasarım
Benim asıl vurgulamak istediğim bu projenin tasarım boyutudur. Merkez Türkiye Projesi (MTP) yepyeni bir kent kurulmasını önerirken akla ister istemez 21. yüzyılda ideal kent, ideal kent yaşamı nasıl olmalıdır sorularını getiriyor, kent kavramını, yaşamını yeniden tanımlama, kurgulama ve kurma şansı tanıyor.
İşte bu yüzden MTP Türk tasarımının, tasarımcısının yıllardır aradığı bir fırsat, tüm tasarım disiplinleri için müthiş bir potansiyeldir. MTP Yaşamı yeniden düşünme, değerlendirme, tasarlama ve hatta bir tasarım manifestosu yazma olanağı sunuyor.

Sıfırdan kentleşme
Tarih içinde hiç de yeni bir olgu değil. Sıfırdan kent kurma pratiği yeterince yaygın. Örneğin Türkiye’de, 1934’te yapılan Cumhuriyet Köyü Projesi. Planı Prof. Dr. Afet İnan “Devletçilik İlkesi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Birinci Sanayi Planı” başlıklı eserinin ekinde yayımlamıştır. Araştırmacı Sinan Meydan, bir TV8 programında projenin Trakya Umum Müfettişi Kazım Dirik tarafından Atatürk’e sunulduğunu, Atatürk’ün bizzat katkıda bulunduğunu ve Trakya’da birçok köyde uygulandığını anlatır.
Plan, İngiliz Edward Howard’ın, 1900’lerde geliştirdiği Bahçe Kent projesine çok benzer (Resim 1 ve 2). Arada ciddi bir ölçek farkı vardır, ancak şekilsel benzerliğin yanı sıra su kanalları, merkez periferi ilişkisi, yeşil alanların dağılımı ve daha birçok açıdan rahatlıkla kıyaslanabilir.

Doğa ile uyumlu
İngiltere’de Howard’ın Bahçe Kent projesine göre kurulan Letchworth ve Welwyn kentleri ve Milton Keynes yerleşkesi MTP’nin nasıl kapsamlı bir tasarım anlayışı içinde ele alınabileceğini gösteriyor: Sürdürülebilirliği ilke edinmiş, doğa ile uyumlu, parklara, botanik bahçelerine, spor ve oyun sahalarına sahip, organik tarımı ve beslenmeyi savunan, karbon ayak izi düşük, geri dönüşüm sistemi kurulmuş, çöp ve katı atıkların geri kazanımını sağlayan, gelişmiş arıtma tesisleri olan, enerjisini güneş ve rüzgârdan alan, konutlar, alışveriş ve eğlence bölgeleri ile üretim ve çalışma mekânları arasındaki mesafeyi, ulaşımı minimuma indiren, toplu taşım öncelikli, taşıtta bisiklet kullanımını özendiren, elektrikli şoförsüz taşıtların insanlara hizmet ettiği, her türlü altyapı desteği sağlanmış, üniversite, teknoloji ve inovasyon merkezleri çalışan, kablosuz ağlarla örülü ve daha birçok çağdaş donanıma sahip bir kent.
Bu çerçevede MTP ekonomi çıkışlı bir önerme olsa bile taşıdığı tasarım ve inovasyon potansiyeli ile bambaşka kazanımlara ve alanlara da kapı açan bir girişimdir.

Halka yönelik
İktidarda kim olursa olsun, bu projeye sahip çıkılması gerekir. 2023’te kendi otomobilimizi yapacağız, uçağımızı yapacağız gibi hedefler teknolojik başarı çıtasını yükseltmesi bakımından motive edici olabilir. Ama bu projeler doğrudan halka değil, belli bir kesime, ülkeye, sanayiye ve kalkınmaya yöneliktir.
Oysa MTP’nin odağında bilimsel, teknolojik, sektörel ve ekonomik gelişmelerin yanı sıra, insan, toplum ve yeni yaşam çevreleri bulunmaktadır. Merkez Türkiye Projesi kâğıtta kalmamalı, tasarım boyutuna da özen gösterilerek hayata geçirilmelidir.  

Prof. Dr. TEVFİK BALCIOĞLU Yaşar Üniversitesi

 

-

 

Merkez Türkiye Projesi

CHP’nin sunduğu Merkez Türkiye Projesi ümit verici bir proje ancak projenin kaderini belirleyecek akıl, bilim ve soluğumuzun yeterli olup olmayacağıdır.

Aydın Engin adını koydu: “Köy Kent’ten Mega Kent’e”. Çiğdem Toker de Kılıçdaroğlu’nun açıkladığı ikinci Seçim Bildirisini şöyle değerlendirdi:
Toplumu, 20 yılda, ortalama 10 bin dolar gelir tuzağından 33 bin dolar düzeyine çıkaracak, 2 milyon işsize istihdam sağlayacak bir dönüşüm. Ülkeyi, uluslararası bir mal ve hizmetler üssüne dönüştürmek amacıyla, ticaret yükünü İstanbul ve Ankara’dan Anadolu’ya taşıyacak; göçü, sağlıksız kentleşmeyi, gelir adaletsizliğini önleme potansiyeline sahip ümit verici bir mega proje.

Atılım projesi
Uğur Dündar’ın Halk Arenası programını izleyenler, Megakent’in Anadolu’nun hangi yöresinde kurulacağını sormuşlar. CHP Genel Başkan Yardımcıları, “Merkez Türkiye”nin, aslında bir Megakent değil, “ülkemizin teknolojik ve lojistik bir örgütlenme veya atılım projesi olacağını” vurguladılar.
İki milyonluk “megakent”, Anadolu’daki dev projenin bir planlama, iletişim, yönetim ve koordinasyon (eşgüdüm) merkezi olacaktı.
Kılıçdaroğlu sadece dört yıllık yetki istiyor ama dev proje 20 yılda tamamlanacaktı.
Uygulanıp gerçekleşmesi, CHP’nin seçimi kazanıp iktidara gemesine bağlı; üç kıtadaki 58 ülkeye 4-5 saatte lojistik hizmetler sunmayı hedef alan küresel bir atılım!

Uzakdoğu mucizesi
Japonya, 21. yüzyılın “Küreselleşen Dünya” söyleminden yıllar önce, benzer bir projeyi başarıyla uygulamıştı. İletişim teknolojisinde devrim yapan ABD’de, katalogdan sipariş edilen bir mal veya hizmetin müşteriye ulaşması, ortalama 3-5 hafta sürüyormuş.
Japonlar aldıkları siparişleri ikinci gün uçakla yola çıkarıp, üçüncü gün teslim ederek ortalama süreyi, 3-5 güne indirmişler.
Üreticiler, Amerikan mallarını Japonya’dan almaya başlayınca Japonlar “mucize”yi bir devlet sırrı olarak bir süre saklamışlar. Aslında bu sır değil, üstün nitelikli insangücünün “zamana karşı yarışı” idi.
Bir megakent kurmak yerine, endüstriyi, demiryollarını, limanları ve havaalanlarını Seiko saati gibi işleyen bir İletişim Merkezi haline getirmişlerdi. Başarının önşartı o günlerin deyimiyle Kalite Kontrolu (QC) idi.
Sunulan mal ve hizmetlerin rakipsiz olması zorunluydu.
Tokyo’da ünlü bir müzik seti satın almak istediğimde, tezgâhtar bir kataloğu inceleyip “Türkiye’de servisimiz yok, falanca markayı öneririm” demişti. Türkiye’de servisi olmayan bir Japon malının onarımı için yazdığım mektuba şu kısa cevabı almıştım: “Uzman teknis yenimiz, Moskova’dan Kahire’ye uçarken Ankara’ya uğrayıp onarımı yapabilir.” Pırlanta ve elmas gibi değerli ham taşlar, sanırım, hâlâ Japonya’da işleniyor. Japon malı gözlük camları özel kurye ile 3-5 günde geliyor.

Nitelikli insan gücü
Merkez Türkiye projesini izlerken “nitelikli insan gücü” ilgimi çekti. O insanları hangi megakent’lerde, nasıl eğiteceğiz? Birkaç yılda en büyük havaalanları, en görkemli saraylar, en uzun asma köprüleri inşa edilebilir; milyarderler yaratılabilir. Ama, büyük çoğunluğu Evrim Kuramına (bilime) inanmayan Türk toplumu 20 yılda, 444 eğitimiyle; ‘üstün nitelikli bir insan gücü” çıkarılabilir mi?

Koreliler, 1988 Seul
Olimpiyatları’nın Dünya Akademik Konferansı tutanaklarını, 5 ayda 5 büyük cilt olarak yayımladılar. Bu başarıda 150’den fazla doktoralı uzmanın görev aldığını açıkladılar.
Binlerce doktora adayını nasıl seçeceğiz? 200 üniversitemiz varken adayları neden yalnız ABD’ye göndereceğiz? 30 yılda çökertilen milli eğitimi, okul öncesi matematik ve 13 yıllık laik eğitimle onarabilecek miyiz? Özgürlük ve eşitlik kuşkusuz gerekli ama, akıl, bilim ve soluğumuz yeterli mi?
Merkez Türkiye Projesi’nin kaderini belirleyecek “üstün yetenekli gençlere” sorumlu görevler vermeye hazır olacak mıyız?  

BOZKURT GÜVENÇ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları