Olaylar Ve Görüşler

Hayat Bizi Sosyal Devlete Çağırıyor - Gamze AKKUŞ İLGEZDİ

29 Haziran 2020 Pazartesi

Covid-19 var olan çelişkileri daha da derinleştirdi. Sosyal devletin ne denli önemli, insanlar için vaz geçilmez bir hak olduğu belirgin olarak ortaya çıkardı. Ortaya çıkan bir başka şey de neoliberalizmle birlikte hayatımızı belirleyen “her insan kendi bacağından asılır” anlayışının aslında ne kadar geçersiz olduğuydu.

Covid-19 salgını ile birlikte milyonlarca insanın yalnız sağlığının değil ekonomik hayatının da tehdit altında olduğu bir döneme girdik.

Salgın, piyasanın insafına terkedilmiş sağlık sistemi başta olmak üzere, gelir dağılımındaki devasa boyutlara ulaşan adaletsizliği, sosyal güvenlik sistemlerinin yetersizliğini, işsizliği ve işsizliğin yol açtığı sosyal yıkımı, kısaca mevcut ekonomik sistemi daha fazla sorgulatır hale getirdi. Milyonlar, neoliberal politikaların yıkıcı etkisini bu dönemde çok daha yakıcı bir biçimde hissetti.  

Dünya çapında siyasetçilerden, sosyal bilimcilerden, ekonomistlerden “Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını duyuyoruz.

Gerçekten doğru mu?  

Son 40 yılda dünyaya egemen olan neoliberal politikaların, liberal demokrasinin sonu mu geliyor?

İnsana ait her şeyi piyasanın insafına terk eden ve her geçen gün daha fazla eşitsizlik üreten ekonomi politikaların egemenliği ortadan kalkıyor mu?

Dünyanın salgın sonrasında siyasi ve ekonomik olarak yeni bir hal alacağı konusunda geniş bir mutabakat söz konusu.

Önümüzde iki seçenek var; Ya eşitlikten, özgürlükten, dayanışmadan yana bir hayat kuracağız ya da Covid-19 sırasında kaçınılmaz olarak devreye sokulan sıkı denetim politikalarını sürekli hale getirerek daha yoksul ve daha baskıcı bir dünya yaratacaklar.

EŞİTSİZLİKLER BÜYÜYOR

Covid-19, dünyanın ekonomik krizlerle test edildiği, eşitsizliklerin büyüdüğü, Doğu ile Batı, Kuzey ile Güney arasındaki sosyal adalet makasının giderek açıldığı bir dönemde kapımızı çaldı.

1980’lerin başından itibaren, devleti küçültmek, kamu iktisadi teşekkürlerini özelleştirmek, sermaye hareketlerini serbest bırakmak ve kuralsız bir piyasa hakimiyetini sağlamak üzerine kurulan neoliberal politikalar, daha fazla işsiz, daha fazla yoksul, daha fazla eşitsizlik üretmişti.

Uygulamaya konulan esnek istihdam modelleri ile sendikalar zayıflatılmış, örgütlü hak arama mücadeleleri neredeyse tarihe karışmış, çalışan sınıflar savunmasız bırakılmıştı.

Parayla alınamaz bir temel hak olan sağlık, özelleştirmelerle parası olanın daha fazla yararlanabildiği bir sisteme dönüştürülmüştü.

Devletin güvencesi altında olması gereken parasız ve bilimsel eğitim özelleştirmelerle eşitsizlikleri ve “paran kadar hizmet” dönemi sosyal adaletsizlikleri büyütmüştü.

“BU BÖYLE GİTMEZ” ENDİŞESİ

Yalnız emekçiler, işsizler ve yoksullar değil dünyanın en zenginleri bile sorgular olmuştu sistemi. Bu yılın başında Davos’ta 50’ncisi gerçekleştirilen Dünya Ekonomik Forumu’na  “Bu böyle gitmez” endişesi hakimdi.

Dünya Ekonomik Forumu’nun kurucu başkanı Klaus Schwab, kapitalizmin ve liberal demokrasinin geleceğinin tehdit altında olduğunu belirterek bu tehdidin ancak  “paydaşlar kapitalizmi”  ile aşılabileceğini savunuyordu. Schwab’a göre, dünyadaki şirketler ya ‘paydaşlar kapitalizmini’ benimseyerek yalnızca hissedarlarının elde edeceği karı artırmayı düşünmeyecek; şirket çalışanlarının, müşterilerinin, tedarikçilerinin memnuniyetini ve içinde yaşadığı toplumun hassasiyetlerini de düşünecek ya da yalnızca kara odaklı eski anlayışta ısrar ederek paydaşların baskısıyla mecburen değişmeye zorlanacaklardı.

ÇELİŞKİLER DERİNLEŞTİ

Covid-19 var olan çelişkileri daha da derinleştirdi ve bir sosyal devletin ne denli önemli, insanlar için vaz geçilmez bir hak olduğu belirgin olarak ortaya çıktı. Ortaya çıkan bir başka şey de neoliberalizmle birlikte hayatımızı belirleyen “her insan kendi bacağından asılır” anlayışının aslında ne kadar geçersiz olduğuydu.

Milyonların işsizlik, yoksulluk ve açlıkla imtihan edildiği bu dönemde özellikle Türkiye’de yerel yönetimlerin; sivil toplum kuruluşlarının, meslek örgütlerinin kimi zaman bireylerin organize ettiği yardım kampanyalarının başarısı daha dayanışmacı, ötekini koruyup kollayıcı bir yaşam tarzının insan doğasına daha uygun olduğunu gösterdi. 

İLO UYARIYOR

Uluslararası Çalışma Örgütü İLO, COVID-19’un yarattığı ekonomik krizin, yaklaşık 25 milyon yeni işsiz daha yaratacağını öngördü. Ve bu çapta bir küresel işsizliğin, başta çalışanlar olmak üzere, korumasız ve düşük ücretli işlerde çalışanları, yaşlıları, sosyal güvencesi olmayanları ve kadınları derinden etkileyeceğine dikkat çekti.

Geçtiğimiz günlerde Uluslararası Para Fonu IMF Başkanı Kristalina Greogieva, salgının toplumlun en savunmasız kesimlerini daha çok etkilediğini belirten bir yazı kaleme alarak “100 milyona yakın kişi aşırı yoksulluğa düşebilir” uyarısı yaptı. Greogieva, bu salgının gelir eşitsizliğinde önemli bir artışa neden olacağını da açıkladı.

TÜRKİYE’DE 8 MİLYON İŞSİZ

Türkiye’de kurmaca istatistiklerle desteklenen pembe bir tablo çizilmesi gerçeği değiştirmiyor ne yazık ki. Gelecek bize huzur da refah da vadetmiyor. İşsizlik ve beraberinde gelen yoksulluk ekonomik bir problem olmaktan çıkıp sosyal bir problem haline geliyor.

Avrupa İstatistik Kurumu’nun (EUROSTAT) 2019 verilerine göre Türkiye zaten gelir düzeyi adaletsizliğinde Avrupa’da ikinci sırada yer alıyor.

DİSK Araştırma Merkezi DI·SK-AR’ın “İşsizlik ve İstihdamın Görünümü Raporu”, şubat ayında geniş tanımlı işsizlik sayısının 8 milyon 427 bin olarak ölçüldüğünü bildiriyor. Raporda ümidini kaybeden işsiz sayısının bir önceki yıla göre 486 bin artarak 1 milyon 107 bine yükseldiğine dikkat çekiliyor.

Öncelikle güvencesiz, kayıt dışı ve düşük gelirlilerin çalıştığı sektörleri vuran Covid-19’un yarattığı krizle birlikte işsizliğin ve zaten adaletsiz olan gelir dağılımının daha da derinleştiğini görmek için resmi istatistiklere başvurmaya da gerek yok, sokağın çığlığına kulak vermek yeterli.

İNSAN ONURUNA YARAŞIR BİR HAYAT

Kapitalizmin mevcut haliyle sürdürülebilir olmadığı aşikar. Şimdi geleceği eşitlikten, özgürlükten, sosyal adaletten, dayanışmadan yana şekillendirmek isteyenlerin, insan emeğinin ve alın terinin sömürülmediği, insanın barınma, sağlık, eğitim, çalışma hakkı başta olmak üzere temel ihtiyaçlarının güvence altına alındığı güçlü bir sosyal devletin inşası için el ele vermesi gerekiyor. 

Yaşam bizi, yoksulluğu ve toplumsal dışlanmayı engelleyen, herkesin insan onuruna yaraşır biçimde yaşadığı sosyal bir devlete çağırıyor.

GAMZE AKKUŞ İLGEZDİ
CHP Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı




Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları