Olaylar Ve Görüşler

Form mu akışkanlık mı?

20 Mayıs 2015 Çarşamba

İktidarlara veya hedefli bir şekilde siyasi bir iktidara nazaran bir form olarak sanat mıdır önemli olan yoksa tersi midir?

Türkiye insanları 7 Haziran tarihine kitlenmiş gibi durmakta. Bu bir tarih, ama milat değil.
Sorular art arda geliyor:
Tiyatroların durumu ne olacak? Sinemada sansür ne olacak? Plastik sanatlar içinde doların yükselişi ne anlama gelecek?
Bitmeyen ve enerji kaybeden gelecek soruları mı yoksa oluş soruları mı sormak lazım?
Sanat bir piyasa sorunu mudur? Yoksa bir form mudur? Sanatsal bir form üzerinden düşünülen bir eylem midir? Yani bir akışkanlık mıdır?

Bir tarih nedir?
Soruları çoğaltabiliriz; ama asıl arkasından gelen: “düşünce içinde bir tarih ne anlama gelmektedir?” olacaktır: Bir tarih nedir? Bir zaman birimi içinde bir an mı? Yoksa tersine bir an olarak bir hava durumuna bağlı veya bir ısıya bağlı bir hareket midir?
İktidarlara veya hedefli bir şekilde siyasi bir iktidara nazaran bir form olarak sanat mıdır önemli olan yoksa tersine hız ve yavaşlık ilişkilerinde ressamın, sanatçının veya yazarın kendi eserinde geçen karakterler, hayvanlar, mevsimler veya iklimlerle yazının veya resmin kendi içindeki ve dışındaki ilişkileri midir?

Sanat siyaseti
Sanat bir form olabilir ve bir forma bağlı olduğunda baştan verili olarak siyasi bir yere angaje olabilir. Ama bir de en başından beri angaje olmayan bir “sert siyaset” vardır ki, bu sanat siyaseti, iktidarları çok daha tehdit edici bir şekilde işleyen bir sanat yapmadır.
Bu; sanatçının, ressamın, yazarın, oyuncunun, müzisyenin kendi çalışması, kendi eseri veya eserleri içinde geliştirdiği bir sanatsal bağlar politikasıdır. Hemen keşfedilemeyen ve aranması gereken bir planda ortaya çıkacaktır. Organize olmayan bir planda. Bu bağlar, ilişkiler sanatta içeriye dönük bir şekilde birbirleriyle moleküler bir şekilde ilişkiye girerek işlerlik kazanabilirler veya yine sanatta dışarıya dönük bir şekilde bir hız ve yavaşlık ilişkilerinde soyut bir makine gibi çalışabilir.

Sanatta form
Soyut bir makine “ne olduğu belli olmayan” değildir ve muhafazakârların figür dışında anlayabildikleri veya kabul edebildikleri bir form olmaktan çok bir hız ve yavaşlık ilişkisi olarak gözükmektedir; isterse muhafazakârlar soyut bir sanattan hoşlansınlar. Onların hoşlandıklarındaki soyut resimde veya müzikte bir form hâlâ var olmaya devam etmektedir.
Soyut bir makine ise kurum dışı, kabul görenler dışı olarak mevcut olur.
John Cage’in müziği buna bir örnek olarak verilebilir.
Veya Nietzsche’nin Wagner’in baştan verili organize formlar üzerine gerçekleştirdiği müziğin karşısına çıkarak Georges Bizet’ye daha çok ehemmiyet vermesindekidir.

Sansür tartışmaları
Bu açıdan baktığımızda sansür tartışmaları nasıl algılanmalıdır? İktidarlar hız ve yavaşlık ilişkilerindeki soyut makineye nasıl bir sansür uygulayabileceklerdir? Form dışı bir sanat nasıl Devletin ve Kültür Bakanlığının sansürüne uğrayacaktır?
Moleküler bir ilişkiler içinde gerçekleşen sanat zaten sansürlenemeyecek bir sanat eseri ortaya çıkarır. Her yerden kayan, kaygan ve her tarafa sirayet edenin karşısına gelebilecek bir iktidar bulmak zordur. Bu kurumsallaşmamış, yaratıcı lığı kendi içindeki öğelerin bağlarından ve ilişkilerden itibaren kuracak bir eserleşme olarak işlediğinde, devlet nasıl bir tavır takınabilir? Elinden kaçmakta olan moleküler bir akışkanlığı sansürlemek imkânı olmadığı gibi yakalamak da zordur bu eserleri.

Moleküler sanat
7 Haziran tarihini bir iklim tarihi anı olarak ele aldığımızda siyasetin nabzı atan bir hareket olduğunu görmeye başlayacağız. Tıpkı moleküler bir sanatın akışkanlığındaki veya nabız hareketlerini hızını ve yavaşlığını düşünen bir müzik parçası gibi bir siyaset çıkamaya başlayacak karşımıza.
O halde, siyaseti mi yeniden düşünerek karar vereceğiz? Akışkanlıkların ve katılaşmayan seslerin hızını veya yavaşlığını takip ederek 7 Haziran gününe ve hava durumundaki sabaha kadar süren “beyaz geceleri” düşünerek mi aydınlığı hissedeceğiz?  

Prof. Dr. ALİ AKAY

 

-

 

Okumak için seçmek...

 

Bir yanda okunmaya değer binlerce edebiyat yapıtı var, diğer yanda bunlardan habersiz milyonlarca insanımız...

Bir yanda bir Türk dünyaya bedel diye övünürken diğer yanda ülkemizdeki altı insana yılda bir kitap düşüyor gerçeği gün gibi ortada. Peki, bu nasıl oluyor?

Doğru seçimler
Kitap okumak isteyenlere “doğru kitabı seçmelisin” önerisi sunulur. Ancak bunun yanlış olduğunu düşünüyorum çünkü bir yapıtın doğrusu yanlışı yoktur; iyi yazılmışı ve iyi yazılmamışı vardır. Bu durumda önerilmesi gereken “kitabı doğru seçmek” olmalıdır.
Okurun yaşı, ilgi alanları, anlama düzeyi, yapıtın konusu gözetilerek kitap doğru seçildiğinde okuma ve dinleme eylemi başarıyla gerçekleşir. Ancak genellikle bu önemsenmediğinden veya bunun önemi yeterince bilinmediğinden okuma süreci ya hiç başlamıyor ya da çok ağır gidiyor.

Salt edebiyat mı?
Doğru seçim salt edebiyatta değil, sanatın diğer alanlarında da önem kazanır. Vasıf Öngören’in “Zengin Mutfağı”nı veya Brecht’in “Kafkas Tebeşir Dairesi”ni yaşamında tiyatroya hiç gitmemiş veya yoğunlaşabilme süresi kısa olan öğrencilere izlettiğimizde oyunun onlara işkence gibi geldiğini gördüm.
Yine bazı salonlarda iyi niyetli öğretmenlerin bütün sınıfı bir oyuna getirdiğini ancak çoğu ilk kez tiyatroya gelen öğrencilerin -üstelik oyunu anlamak da çok dikkatli olmayı gerektiriyorsa- oyundan sıkıldıklarına da tanık oldum.
Oysa “Lütfen Kızımla Evlenir Misiniz”, “Cibali Karakolu”, “Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz” vb. oyunlar güldürü ağırlıklı ve kolay anlaşılabilir olduğundan tiyatroyla yeni tanışanlar için seçilebilir. Bu oyunları severek izleyen öğrenciler zamanla iyi bir tiyatro izleyicisi de olabilirler.
Ayrıca bir sanat yapıtının değeri onun kolay veya zor anlaşılır olmasıyla ölçülemez kuşkusuz.
Bir başucu kitabı olan İnce Memed’i 12 yaşındaki bir çocuk da rahatlıkla okuyup anlayabilir, 82 yaşındaki bir profesör de...
M.C.Anday’ın Rahatı Kaçan Ağaç adlı güzel bir şiiri vardır. Saa- det sözcüğünün adını bile duymamış bu ağaç aşkı da bilmez ve -belki bu yüzden- rahat yaşamaktadır. Şair ağaca bir kitap vererek onun aşkı öğrenmesini ve böylece rahatını kaçırmayı amaçlar. Tanpınar: “Biz ev vela kelimeleri öğreniriz, sonra yaşadıkça teker teker manalarını...” der bir yapıtında.

Özen gösterme
Seçimimiz iyi kitaplardan yana olduğunda başımızdan geçmemiş olayları, durumları yaşamış gibi olur ve daha önce hissetmediklerimizi onlar aracılığıyla duyumsayabiliriz.
İşte o zaman da sözcükleri -adlarını öğrenmekten öte- anlamış oluruz. Âşık olmak, hayal kurmak, üzülmek, isyan etmek, şaşırmak, düşünmek, özlemek gibi insana özgü pek çok durumu ve duyguyu kitaplar aracılığıyla yaşayabiliriz. Bu nedenle kitapların rahatımızı kaçırmasından daha doğal ne olabilir?
Önümüze çıkabilecek türlü engellere karşın hem okuyanlardan hem de okutturanlardan olmalı, tıpkı Köy Enstitülülerin ruhuyla hareket etmeliyiz. Kendimizin veya başkalarının rahatını kaçırmak pahasına da olsa hep birlikte okuma sürecinin içinde olmalıyız. Kitap seçiminde özen gösterirsek, okumayı ve okutturmayı gerçekten istersek bunu kolaylıkla başarabiliriz.  

ALİ TURGAY KARAYEL Türk Dili ve Ed. Öğretmeni



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları