Olaylar Ve Görüşler

Cumhuriyet Gazetesi ve Başyazı - Osman Selim KOCAHANOĞLU

21 Haziran 2020 Pazar

Perşembe günü (18.06.2020) Cumhuriyet gazetesindeki başyazıyı okudum. Oxford Üniversitesi’ne bağlı Reuters Gazetecilik Enstitüsü 2020 Dijital Haber Raporu’nda Türkiye’de en güvenilir gazetenin Cumhuriyet olduğunu açıklamış. Bu saptama bir gazete için elbet gurur verici bir saptamaydı.

Ancak yeterli de sayılmazdı, çünkü Cumhuriyet aynı zamanda Türk basınının 96 yıllık bir çınarıydı. Bu da yetmez, çünkü isim babası da Mustafa Kemal idi. O günlerden beri bir sürü badire atlatarak günümüze gelmiş, şimdi de Dr. Alev Coşkun ve Cumhuriyet Vakfı tarafından yönetiliyordu. Yani diğerleri gibi besleme patron gazetesi değildir.

Cumhuriyet’in diğer gazetelerden bir farkı da Cumhuriyet aydınlanmasının feneri, fikir ve misyon gazetesi olmasıdır. Bu misyonu omuzlarına Cumhuriyet devrimleri yüklemiştir. O halde gazete ve kurucusu, kısa bir gezintiyi hak etmektedir.

Kurucusu Yunus Nadi (1880-1945) Galatasaray ve Hukuk Mektebi’nde okurken gazeteciliğe başlamış, 1912 ve 1914’te iki dönem Meclisi Mebusan’a Aydın mebusu seçilmiştir. Mondros Mütarekesi’nin ardından Yenigün gazetesini çıkarır (2 Eylül 1918). Son Osmanlı Meclisi’nde de (1919) İzmir mebusuydu. 16 Mart 1920’deki Meclis baskınında gazetesi Yenigün de kapatılmıştı.

Yunus Nadi, Malta sürgününe uğramadı ama İstanbul’da da hayat kalmamıştı. Mustafa Kemal’in yanında savaşmak için Ankara yolunu tutarak Keçiören karargâhına yerleşti. Halide Edip ile basın danışmanı olacaklardı.

‘SİVAS KUZULARI, ANKARA KEÇİLERİ’

Refik Halit Karay, Ankara’da toplananları Sivas kuzuları, Ankara keçileri” diye küçümsüyordu. Yunus Nadi, Yenigün gazetesini Ankara’ya taşıyarak (10 Ağustos 1920) Milli Mücadele’nin hem kalemşoru hem ruhu olacaktır.

1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılıp Abdülmecit Halife seçilince muhalifler onun Ankara’ya getirilip devlet başkanı gibi biat edilmesini istiyordu. Mustafa Kemal Şeriye Komisyonu’nda ihtilalci tavrını koymuştu:

Hâkimiyet ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye müzakereyle, münakaşa ile verilemez. (...) Mevzubahis olan, millete saltanatını, hâkimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız meselesi değildir. Mesele zaten emrivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu behemehal olacaktır. Burada içtima edenler Meclis ve herkes meseleyi böyle görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”

Yunus Nadi’nin Cumhuriyet havariliği de işte bu günlerde kabardı. 26 Kasım 1922 tarihli Yenigün’de Yeni Bir Cidal Devri” yazısıyla saltanatçıları “beş on kılıç artığı ve köhne saltanatın bakıyyet-üs- süyût” sayıyordu :

...Türk milleti, kendi istiklalini kurtarmaya çalışırken düşmanların en alçağı halife ve sultan onlarla birleşti. Hal böyleyken sultan ve padişah isteyen sefil ruhlar bulunacağını farz ettiren bazı emareler var. Biz biliriz ki onlar kendi kanlarında boğulacaktır…”

DEVRİMİN ROBESPİERRE’İ GİBİ

30 Ekim 1922, oturumunda yenilikçilerle saltanatçılar berabere kalmıştı, Yunus Nadi de Fransız İhtilali’nin Danton ve Robespierre’ine benziyor fikirler uğruna kesilmiş kafaların isterseniz istatistiğini verebilirim” diyordu.

Yenigün gazetesini paçavraya benzeten Bitlis Mebusu Yusuf Ziya’ya karşı da şöyle sesleniyordu:

...Şer’ ile davamız vardır demek, şeriat isteriz demektir. Artık şer’ ile davamız yoktur. Ba’dema şeriatımız mahfuz, milli hayatımız ise mukaddestir…”

Lozan’da Lord Curzon, İsmet Paşa’ya Sizin rejiminizin adı nedir, başkentiniz neresidir?” diyor, o da susmak zorunda kalıyordu. Bunun cevabı üç ay sonra verilecek, başkentimiz Ankara, rejimin adı Cumhuriyet olacaktır…

13 Ekim’de Ankara başkent olmuştu ama devletin adı ne olacaktı. Devlet-i Osmaniye mi olacak, başka isim mi? O günlerde Wiener Neue Freie Presse gazetesi muhabiri Jozef Hans Lazar, Mustafa Kemal’in ziyaretçisiydi. İlk Cumhuriyet kelimesini ona verdiği demeçte kullandı. (27 Eylül 1923) Diğer ziyaretçisi Amerikalı Isaac F. Marcosson’dur. O da  Gazi’yi Kan ve demirden yapılmış yenilmez biri, Doğunun Bismark’ı, yüz hatlarıyla demir maskeli yenilmez birine” benzetiyordu. (20 Ekim 1923)

Arnold Tonybee ise ilk defa karşılaştığı Sarışın Paşa’yı şöyle monadik beyinli birine” benzetiyordu. Türk insanının imparatorluktan vazgeçip tüm enerjilerini, kenara bıraktıkları bahçelerine yöneltmesi gerektiğini fark etmişti...

‘YAŞASIN CUMHURİYET!’

1923 Ekim sonunda Ankara doğum sancısı çekiyordu. Doğum normal mi arızalı mı olacak, doğan çocuğun adı ne olacaktı? Mustafa Kemal 28 Ekim akşamı Çankaya’da noktayı koymuştu, yarın Cumhuriyet ilan edilecekti. Yunus Nadi Anayasa Komisyonu başkanıydı. Konu Meclis’e gelmişti. Bir çevirme taktiği ile baskına uğrayan hilafetçiler Trikupis gibi Mustafa Kemal’e teslim olmuşlardı. Komisyon başkanı Yunus Nadi şunları söyledi:

.. Teşkilatı Esasiye Kanunu hâkimiyeti bilakaydu şart millete vermiştir. Bunun adı Cumhuriyettir. Hükümet şekli Cumhuriyet olunca, TBMM reisi de reisicumhur olacaktır….”

Abdurrahman Şeref Bey de heyecanlıydı: ...Arkadaşlar, hükümet şekillerini saymaya hacet yoktur. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Kime sorarsanız sorunuz, bu Cumhuriyettir. Doğan çocuğun adıdır. Bu ad bazılarının hoşuna gelmezmiş, varsın gelmesin…”

Mehmet Emin Yurdakul herkesten heyecanlıydı: “Şu aziz saatte ben Cumhuriyet’in ruhu önünde tazimen kıyam ederek üç kere Yaşasın Cumhuriyet diye taziz edilmesini temenni eylerim” dedi. Üç kez Yaşasın Cumhuriyet” diye bağırıldı.

Cumhuriyetin nabzı Ankara’da, teokrasinin kalbi İstanbul’da atıyordu. Uluslararası sermaye orada, ilim irfan orada, matbuat orada, para pul- şan şöhret orada, Bizans entrikası da oradaydı. Velid Ebüzziya,  Cumhuriyete karşı çıkıyordu:

... Beyler böyle  mühim bir kararı bu Meclis’in almaya hakkı yoktur, üç beş  şakşakçı, iki fırıldakçı, bir tane hilekâr Ankara’da toplanıp Meclis’i kandırmışlardı…”

Hüseyin Cahit Tanin'de kükrüyordu: Bir idareye Cumhuriyet demekle işler çözülmez, Latin Amerika diktatörlükleri de cumhuriyettir... Cumhuriyet alkışla yaşayamaz, obir tılsım değildir…”

GERİCİ SÖYLEMLERE TAVİZ YOK

Bu gerici söylemler Yunus Nadi’nin salvolarıyla karşılandı. Hüseyin Cahit’i kapkara irtica hezeyanından gelen ve Derviş Vahdeti ruhunu hortlatan adam” diyerek taşı gediğine şöyle koyuyordu: ... Sözümüz Hüseyin Cahit Bey’in hoşuna gitmemişse geri alacak lafımız yoktur. Vahdeddin de onlara mübarek olsun!”

Yunus Nadi, Ankara’da çıkardığı Yenigün gazetesini tekrar İstanbul’a taşıdı. (7 Mayıs 1924) Gazetenin adını Mustafa Kemal Cumhuriyet koymuştu. Yunus Nadi artık kavgasını Cumhuriyet’le sürdürecekti... Aradan 96 yıl geçti. İşte böylesi kavgaların içinden gelen Yunus Nadi, işte çeşitli hengâmelerden geçerek günümüze gelen Cumhuriyet gazetesi…

İNCE BİR İRONİ

Tekrar dünkü başyazıya dönersek, bu başyazıda kendi tarihsel misyonuyla gurur duyuluyordu, ama satır aralarında ince bir ironi de seziliyordu....

Son aylarda İslamcı iktidarın hedef tahtasındaydı. İktidarı eleştiren en ciddi yazı ve haberler yalnız onda yer alıyordu. Yazarları ve eleştirileri ekran yalakalarından daha seviyeli ve gerçekçiydi... Yönetim ve demokrasi bilincini medrese öğretisinden alanlar, gazetenin duruşundan rahatsızlardı. Sesini kısmak için ilanını kesmek dahil baskının her türlüsü  uygulanıyordu. Medrese öğretisinde düşünce özgürlüğü sadece kendine biat edenler içindi.

Güvenilir duruşuyla Cumhuriyet, Atatürk devrimleri ve çağdaş demokrasi yolunda yayınını sürdürmeye inatla devam etmelidir. En büyük destekçisi bilinçli okurlarıdır.

Cumhuriyet okuyanlar bilir ki Osmanlı sarayının kapısından nasıl doğruluk ve adalet hiç girmemişse, külliye sarayının kapısı da bu değerlere kapalıdır. Buna bir de liyakatsizlik eklenmiştir. İleriyi geride arayan zihin ve politika anlayışları, uygarlığın yönünü değiştirmeye yetmeyecek, haçlı kininin  hesabını tarih mutlaka soracaktır. 

OSMAN SELİM KOCAHANOĞLU
ARAŞTIRMACI- YAZAR



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları