Olaylar Ve Görüşler

Bir Kayıt Teknolojisi Olan Yazıdan Türeyen İktidar Biçimleri - Prof. Dr. Nilgün TUTAL, Kaan SOYUER

30 Temmuz 2020 Perşembe

Fransız filozof Bernard Stiegler bir kayıt teknolojisi olarak yazının söze dayalı kültüre nasıl galebe çaldığını, insanın hatırlamak için kendi zihnine güvenmekten vazgeçip nasıl bir araca tüm hayatını teslim ettiğini, bunun için ona güvenir hale geldiğini farklı kitaplarında ele alır.

İnsan yazıyla saklamadığı tarihlerde yaşadıklarını dilden dile kuşaklar arasında sözlü olarak aktarıyordu. Bu aktarım bilginin standartlaşmasını engelliyordu ama yeniden anlatılan her hikâye başka bir yaratıcının maharetiyle başka bir yaşam imkânı buluyordu.

YAZIYLA GELEN DEĞİŞİM

Oysa yazıyla birlikte ekonomik, politik ve kültürel iktidar; hangi konuda kimin neyi hangi bağlantıyla bilebileceğini önceden belirleme, neyin doğru neyin yanlış olacağına kendi çıkarı doğrultusunda karar verme yetkisine tek başına sahip olmaya başlayacaktır. Neyin neyle niteleneceği, neyin nasıl anlamlandırılacağı yetkesini elinde tutan iktidar, kalabalıklara aynı idealleri, utkuları, değerleri, doğruları ve yanlışları kabul ettirme gücüne de sahiptir.

Bilgi ile iktidar arasındaki bu muammalı ilişki en iyi ifadesini Michel Foucault’nun eserlerinde  bulur. Ama bunları okumak biraz zor ise de, Umberto Eco’nun aynı adla sinemaya da uyarlanan romanı Gülün Adı, bilginin yayılmasını önlemenin en çok kimin, hangi sınıfın işine yaradığını olağanüstü iyi kurgulanmış bir polisiye entrika ile herkes için anlaşılır kılmaktadır.

TANIDIK KARŞITLIK

Ancak matbaanın bulunuşu- ki bu da bir kayıt teknolojisidir- belli ellerde toplanan bilginin, okuryazarlığın yaygınlaşmasını sağlayacak ve iktidar bir şekilde harflerin sırrını çözenlerin de olacaktır. Ama politik, dini, kültürel ve ekonomik iktidar, matbaanın demokratikleştirici fonksiyonunu yok etmek için elinden geleni ardına koymayacaktır.

Ayrıca ilk okuryazarların rahipler, devlet adamları, sanatçılar ve askerler olduğunu unutmamak gerekir. Bir kitabın basımının çok masraflı olduğu yıllarda, okuryazar olma şansını yakalayanların da sadece dini kitapları okuyabildiklerini, basılan kitap sayısının az olduğunu, dini kitapların dışındaki ilim ve bilim eserlerinin ise belli bir azınlık tarafından okunabildiği hatırlanmalıdır.

Tüm bunları söylerken Avrupa menşeli Aydınlanma Yüzyılı’nı, aklın bu hareketi sayesinde toplumları yönetecek bir prensibe dönüşmesinin yaratacağı burjuva devriminin önemini yadsıdığımız sanılmasın.

Ancak devrim yine de bir burjuva devrimidir.

SORGULANMASI GEREKENLER

Ayrıca tarihin bu olumsallığının birbirinden farklı insanların aynı yaşam tarzını, aynı birikim rejimini benimsemek ve aynı soyut ve hukuki rejime boyun eğmek durumunda bırakmasını da sorgulamak gerekir.

İtalyan filozof Giorgio Agamben’in işaret ettiği üzere, yasaların üstünde konumlanan yasa yapanın yasasına, onun dışında kalan herkesin neden boyun eğmek zorunda olduğunu bugün de tartışıyoruz. Çünkü bu yasa koyucu kendisini yasadan istisna tutabiliyor. Yani yasaya boyun eğmek zorunda olmadığını ilan edebiliyor.

Agamben Kutsal İnsan ve İstisna Hali adlı yapıtlarında, bu yasa üstü olma halini istisna hali kavramıyla açıklıyor. Bunu biz günlük politik yaşamda “olağanüstü hal” ifadesi biçiminde son yıllarda sıkça duyuyoruz.  

LİBERAL OLMAYAN BİR SEÇENEK MÜMKÜN

Soyut liberal demokrasiden, sahte toplum sözleşmelerinden daha gerçek, daha eşitlikçi ve belki de liberal temsili demokrasiden daha insani ve daha rasyonel ama aynı zamanda da duyarlı bir başka politik, ekonomik, kültürel ve dini topluluk biçimi mümkün. Ancak tekno-rasyonaliteye kök salmış verimlilik buyruğu bu imkânı bir türlü potansiyel bir değişimin hizmetine girecek yola sokmamıza razı olmuyor.

Görüldüğü üzere, her şey birbiriyle bağlantılı.

Tarım toplumlarının ilk üyeleri neyi nasıl yaptıklarının elbette farkında değillerdi. Keza Avustralyalı bir rahip olan Gregor Mendel, bezelyeler üzerindeki çalışmalarını 1800’lü yılların sonunda duyurmuştu, gelgelim çalışmasının bilim dünyasındaki etkisi ancak 30 yıl sonra fark edilebilecekti. Yapılan bu ve diğer paralel çalışmalara rağmen bilim insanları genetik yapıyı anlayamıyorlardı.

Bugün DNA ve RNA olarak isimlendirdiğimiz yapıların genetik materyaller olduğu, ancak 1953 yılında Watson ve Crick isimli iki araştırmacının çalışmalarıyla kavranabildi. Bilgi yavaş yayılıyor.

Buluş buluşu yapanın bilincini, belki de bilgi sevgisini aşıyor. Kâşif bulmak istiyor, patenti satın alan, ticari ya da başka bir çıkar için buluşu hem servete hem de iktidar aracına dönüştürüyor…

PROF. DR. NİLGÜN TUTAL 
Galatasaray Üniversitesi İletişim Fakültesi

KAAN SOYUER
Hacettepe Üniversitesi Biyoloji Bölümü




Kaynakça:

Eco, Umberto. Gülün Adı. Çev., Şadan Karadeniz. İstanbul: Can Yayınları,2020.

Agamben, Giorgio. İstisna Hali. Çev., Kemal Atakay. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2018.

Agamben, Giorgio. Kutsal İnsan. Çev., İsmail Türkmen. İstanbul: Ayrıntı Yayınları, 2001.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları