Sevgili Oktay Akbal Ağabey,

08 Şubat 2015 Pazar

Hikmet Altınkaynak ne iyi etmiş de 1943’ten bu yana size gelen mektupları kitaplaştırmış. Haftalardır yanı başımda. Her hafta, “bu pazar Oktay Ağabey’e mektup yazayım” diyorum.
Geçen günleri nasıl tarif etsem; kendimi arıyorum, meşgul çalıyor.
Bu hafta ülkenin gündemi ne olursa olsun, benimkinde siz varsınız.
İnsanlar geçen hafta aldıkları mesajı bayatlamış bulup silerken siz on yıllar önce aldığınız mektupları özenle saklamışsınız. Saklamakla kalmamış, “benden sonra koruyan olmaz, kalıcı hale gelsin” demişsiniz.
Yaşamın sürekliliğini anlatan, insana değer veren, tam size göre bir davranış. Faik Baysal’ın mektuba “insan dostu Oktay” diye başlaması, onda bıraktığınız duyguların sözcüğe vurumu olsak gerek.
İnsanlar sizi, yazmakla ne çok özdeşleştirmişler. Ahmet Telli 24 Mayıs 1971 tarihli mektubunda Varlık dergisindeki yazılarınızın çıkmamasından yakınıyor, bunun kendisinde büyük bir eksiklik yarattığını vurguluyor, “Şimdilerde Cumhuriyet gazetesindeki yazılarınızdan başka, okuyucularınıza hiçbirşey yazmıyorsunuz” diye devam ediyor.
Size yazılanlar, son 70 yıllık tarihimizin taptaze bir mektup tadındaki özeti.

***

Sevgili Oktay Ağabey,
Sizinle yüz yüze olamıyorsak da hep gönül gönüle olduğumuzu biliyorsunuzdur; ama bazı şeyleri bilsek bile duymak, okumak iyi gelirin sana. Önemli satırların altını çizmek gibi.
Türkiye’nin dört bir yanında olduğu gibi Ankara’da da sizi hiç kalbinden çıkarmayan okurların var. Konu sizden açılınca, ilk cümlelerden biri şu oluyor:
“Önce ekmekler bozuldu.”
1940’ların Türkiyesi’ni anlattığınız öykü ki-tabı. Kimi dostlar, “ekmek bozulunca geriye bozulmadık şey mi kalır” diyor, sözü bugünlere getiriyor. Aslında o kitabın basılması bile ayrı bir öykü. Yazar anneniz sizi en iyi anlayanlardan. Tophane’deki evini satıyor, bir kısmını size verip “al bununla kitabını bastır” diyor. Siz de 200 liraya 500 adet bastırıyorsunuz. Sonra da kendiniz satmaya çalışıyorsunuz.
Bende en çok iz bırakan kitabınız ise Hiroşimalar Olmasın. 6 Ağustos 1945’te Hiroşima’ya atılan atom bombasından sonra bu ülkeye yaptığınız geziyi anı-öykü tadı kadar deneme-felsefe dozunu da katarak yazışınız beni de oralara götürdü.

***

Sevgili Oktay Ağabey,
İlhan Selçuk günlerinden beri sizinle telefonla, yüz yüze konuşmalarımızın ana konusu Cumhuriyet gazetesi olurdu. Gazetenin bugününe gelmeden önce yakın-uzak geçmişinden birgerçeği aktarırdınız. Önünde sonunda sözü mutlaka yaşa getirir, “ben artık yaşlandım” diye başlardınız. Birinde size Konfüçyus’tan bir söz aktarmıştım; “10 yıllık deneyim 10 yılda, 20 yıllık deneyim 20 yılda, 30 yıllık deneyim 30 yılda sağlanır, 29 yılda sağlanmaz” .
Sizinle en çok Gökova Körfezi’nin kalbi Akyaka’daki sohbetlerimizi özlüyorum. O sohbetlerimizi, eşimle balayımızın güzel bir parçası olarak hep anıyoruz. Azmakbaşı’nda otururken akan gür temiz suya, kıyıdaki sazlıklara, uçtaki Gökova’ya bakıp “Oktay Abi, burası Azmakbaşı değil, yazmakbaşı. İnsan burada neler yazmaz” deyince Nail Çakırhan’la ne güzel gülmüştünüz.
Yine yapacağız,yine Cumhuriyet’i konuşacağız.
Siz yaşama, Cumhuriyet’in, Türkiye Cumhuriyeti’nin coşkulu zafer yıllarıyla başladınız. Devamında bütün dalgalanmaların içinden geçip mücadeleyi bırakmadınız.
Bizim kuşakların payına da hep mücadele düştü.
Olsun, bu da güzeldir. İnsanın içinde bir mücadelenin heyecanını, enerjisini hissetmesi bile başlı başına yaşam sevincidir.
Size ve Ayla Abla’ya gökyüzü dolusu, sayfalar dolusu selam, saygı, hürmet...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yargıtay’da kanun kim? 16 Mayıs 2024
Üç Cumhuriyet gecesi! 14 Mayıs 2024

Günün Köşe Yazıları