Müjdat Gezen

Yerli ve milli

28 Kasım 2022 Pazartesi

Kırk bir yıl önce, benim eski okulum İstanbul Belediye Konservatuvarı’nda hocalık yapmam için çağırdıklarında, tek koşulum olduğunu söyledim: “Geleneksel Türk tiyatrosu, dersleri, okullarda okutulmuyor ve öğretilmiyor. Bu dersi vermem koşuluyla gelirim.” Kabul edildi, gittim. Devrin kültür bakanı yakınımdı. Ona da ricada bulundum. Bu ders, tiyatro eğitimi veren tüm konservatuvarlarda gösterilmeli, diye. Yazılı olarak bildirdi bunu ilgili okullara... Ben hâlâ bu dersi veriyorum... Ama son yıllarda sunulan: “Yerli ve milli” sözünü çok iyi anladığımı söyleyemem. Mesela, kardeş Katar’da “Dünya Futbol Kupası” başladı. Bizim milli takım yok. Hakemimiz de yok. Sadece biraz güvenlikçimiz ve de biraz top toplayıcı genç varmış orada. Acaba bu durumda yerli ve milli demek olur mu?... Belki de olur. Erdoğan açılışa gitti. Ülkemizi orada temsil etmiş olabilir. Ne de olsa eski bir futbolcu.

YOKSUNUZ... 

Savaş, akşama buluşalım birer tek... Ama yoksun. 

Yaman, oyundan sonra seninle... Ama yoksun. 

Tarık, senin Taş Mektep’e konuşma yapmaya geliyorum. Bitiminde seninle... Ama yoksun.

Levent, Uğur’u da alalım Kalamış’ta birer kadeh... Ama yoksun. 

Zeki, seninle çekiminden sonra birlikte... Ama yoksun. 

Halit, seni o hastaneden çıkaracağım, birlikte... Ama yoksun. 

Yeter...

Yoktun, yoksun demekten yoruldum ben. Bunca sevdiğimden ayrı, tek başıma... Biraz da dostluktan yoksun.

FIKRA

Yüz elli iki yüz kilo civarında bir adam kebapçıya gitmiş. Yemiş, içmiş.

Sonunda garsonu yanına çağırmış ve: 

- “Bana bak, bu senin şef garsonun bana fena bakıyor, ben hayvan mıyım lan” deyince, garson: 

“Aman efendim estağfurullah, bu kostüm sizi öyle gösteriyor” demiş.

KORKAKLIK

Sokrates: “Korkak biri olarak yaşamaktansa ölmem daha iyi olur” demiş.

ATATÜRK 

“Efendiler akrabalarımdan hiçbiri milletvekili olamaz.”

CAHİT KÜLEBİ

Biraz güleceğiz, biraz ağlayacağız, ömür geçecek. Hayat böyledir. Bizim avukat Celal Ülgen’in en can dostu, büyük şair Cahit Külebi’nin dediği gibi: “Niksar’daki evimizde bir serçe kadar hürdüm.” Bu kitabı yazarken kendimi ben de serçe kadar özgür hissediyorum. İnsanın kendi ürettiği şeyler kendisine aittir başlangıçta. Sonradan halka mal olduğunda işler değişir. O nedenle yapıtı ortaya koyarken özenli olmak gerekir. İster resim yapın, ister roman yazın, ister beste yapın o önce size aittir. O nedenle o yapıtı üretirken özgün ve özgür olmak gerekir. Dilime gelenleri değil, aklıma gelenleri yazarken süzgeçten geçirdiğimi söyleyebilirim. Bu bir otosansür değil. Okura duyduğum saygıdan kaynaklanan bir şey, özgürlüğümü yitirmeden yazdıklarımı önce birkaç kez okuyarak, sonra birkaç kez okutarak sizlere öyle sunmak. O nedenle biraz güleceğiz, biraz ağlayacağız derken kendi yaşamımdan söz ediyorum aslında ama hiç kuşkusuz bu fikrin içinde siz de varsınız. Dünya hep gülümsemek olsaydı ne güzel olurdu. Ama o zaman da gülümsemek bize sıradan gelebilirdi. Her gün baklava yemek gibi bir şey. Kaçıncı günü sıkılırsınız bilemem.

HINCAL

1971 yılında İzmir Fuarı’nda “Modern Folk Üçlüsü”nün danışmanlığını yaparken ben de kadim dostum İlhan Daner’le aynı kulüpte (Kübana) komedyenlik yapıyordum. Orada başlayan tanışıklığımız hep sürdü. Hastanede iken yardımcısı aracılığı ile durumunu takip ettim. Ama o da gitti işte... Biz yaştakiler için güneşin her batışı, ömrümüzden bir günün daha eksildiği anlamını taşır. 

Güle güle usta... Kahkahaların hep kulaklarımda kalacak. Başımız sağ olsun. Tüm sevenlerinin de. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Süalp Tansan 18 Kasım 2024
Baylan günleri 11 Kasım 2024
Açık açık söyle 4 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları