Mehmet Basutçu

Evrim mi, devrim mi?

16 Mayıs 2023 Salı

Cannes’da bu soruyu sormak bile gereksiz aslında. Tabii ki evrim...

Tam 55 yıl önce burada bir devrim rüzgârı esmiş olsa da kısa sürmüştü. 1968 Mayıs’ında perdelerini kapatmak zorunda kalan Cannes, ertesi yıl yeni atılımlar eşliğinde evrimin yolunu tutmuş ve Altın Palmiye yarışından taviz vermemişti. Venedik tam tersine, o dönem devrimci yolu tercih ediyor, ödül dağıtmaktan vazgeçen katıksız bir sanat etkinliği olmayı deniyordu. Ancak, ilk yılların heyecanı aşınıp enerjisi tükenince 70’lerde bir süre kapılarını kapatmak zorunda kalıyor, sonuçta da uluslararası yarışta önderliğini kaybediyordu.

Cannes’da son yılların evrimi iki noktada somutlaşıyor. Geleneksel sanat çizgisinden taviz vermeden önce kadın yönetmenlerin filmlerine daha fazla yer ayırmak,  sonra genç kuşakların yenilikçi denemelerini, belgesellerden çizgi filmlere dek giden geniş bir türler yelpazesi içinde tanıtmaya çalışmak.

Evrimin ilk kanadında bu yıl yeni bir rekor var: 21 Altın Palmiye adayı arasında yedi kadın yönetmenin bulunması, yarışma dışı sunulacak açılış filmi “Jeanne du Barry”nin yönetmeni Maiwenn’i de sayarsak, önceki rekoru tam ikiye katlamış oluyor. Kadın/erkek eşitliğini savunan bir dernek, oturup resmi seçkilerde yer alan yönetmenlerin doğum tarihlerine bile tek tek bakmış. Erkeklerin yaş ortalaması 65, kadın yönetmenlerinki 48 çıkmış! Bu farklılık, genel yaş ortalaması daha düşük olan jüri üyeleri için de geçerli...

Ken Loach, Wim Wenders, Nanni Moretti gibi yaşı ilerlemiş çınarlar yanında, artık aramızda olmayan devrimci çınar Jean-Luc Godard (1930-2022) da var. 1968’de festival salonunun perdelerine tırmanarak etkinliğin iptalini sağlayan birkaç Fransız yönetmen arasında yer alan İsviçreli Godard’ın, her zamanki gibi yenilikçi ve devrimci son filmi “Drôles de Guerres” (Tuhaf Savaşlar) de ilgiyle bekleniyor. COVID salgını sırasında tasarlanıp çekimi ertelenen bu proje, sonunda “el  üretimi” bir yapıta dönüşmüş. Bir müzedeki tabloların önünde durup teker teker incelememizi çağrıştıran, el yazısı notlarla beslenmiş, süreleri farklı sabit planlardan oluşan bu filmle, klasik sinemaya son kez dil çıkaracak olan Godard ustayı saygıyla anacağız....


POLİTİKA, CANNES VE KÖKTENCİLİK...

Thierry Frémaux, “Cannes zaten hep politikti, bu sene de öyle olacak” sözünü sık sık tekrarlar. Bu yıl hem salonların içinde hem de dışında daha da politik olacak gibi. Emeklilik yaşını yükselten reform yasasına karşı çıkan Fransızların tepkisi, tasarı kanunlaşmış olsa bile sürüyor. Sendikaların, festival sarayının elektriğini bir süre kesebilecekleri, olası bir eylem biçimi olarak kamuoyuna duyuruldu. Acaba hangi film izlenirken ya da hangi yıldızlar kırmızı halılı merdivenleri çıkarlarken kararacak projektörler? Merak edilen bir konu da bu...

Politikanın bir de popüler boyutu ya da popüler malzeme olma niteliği var. Bu akşam izleyeceğimiz açılış filminde Kral 15. Louis’yi oynayan Johhny Depp’in ekranda izleyeceğimiz gözdesi Jeanne du Barry’yi hem kamera önünde canlandıran, hem de filmi yöneten Maiwenn Le Besco ile Johhny Depp arasındaki sürtüşmeli çekim süreci de haftalardır polemikleri beslemekte. Hollywood yıldızının eşinden boşanma davasının gerisindeki skandallar, Fransız yönetmenin kişiliğinin bir parçası olan kavgacı ve kışkırtıcı davranışlarla harmanlanınca sinemadan başka her şey gündeme getiriliveriyor...

ADÈLE HAENEL...

Bu kuru gürültülü ortamda, ciddi Fransız dergilerinden “Télérama”nın son sayısında okuduğum, 3 yıldır sesini duymadığımız yetenekli genç Fransız oyuncu Adèle Haenel (1989) ile ilgili geniş bir araştırma, “Evrim mi, devrim mi?” sorunsalına farklı bir ışık tutuverdi. En son 2020 yılı başında, Roman Polanski’ye en iyi yönetmen César’ı verildiğinde Fransız sinemasının yılda bir yapılan bu geleneksel ödül törenini “Bu bir utançtır!” diye bağırarak terk eden Adèle Haenel, ikiyüzlü sinema dünyasından uzak durmaya karar vererek katıksız bir devrimci çizgiye girmiş. Düşünceleri, eylemleri ve yaşam biçimi arasında tutarlı bir bütünlük oluşturmaya karar vermiş. Söyleşi yapmak yerine dergiye gönderdiği, politik bir manifesto içeriğindeki mektubu okumak gerekir.

Adèle Haenel bağışlarsa, bu gece, en az kendisi kadar özgür ve bağımsız, bir o kadar da isyankar ruhlu olan, ancak sistem karşıtı feminist eylemler yerine, sistemi kendi kadınsı silahlarıyla manipüle ederek ondan yararlanan Maiwenn Le  Besco’nun filmini izledikten sonra, festival sarayının hemen yanındaki Majestic Plage’da verilecek açılış davetini kaçırmayacağız. Kuşkusuz, Maiwenn de davetiyesini yırtmamış olacak! Tam tersine, Versay sarayındaki asilzade düzenini bozan yoksul yosma Jeanne du Barry örneğindeki gibi, sistemle uzlaşır görünerek herkesle için için dalga geçecek...

Ancak, Adele Haenel’in köktenci düşüncelerine katılalım ya da katılmayalım, onurlu tavrını takdir etmek gerekir. Ne yazık ki bir daha sinema setlerine dönmemeye kararlı gözüküyor...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları