Şehitlerimiz ve süren direncimiz

07 Mayıs 2023 Pazar

*Bu yazı gazetemizin 99'uncu yıldönümü için hazırlanan ekte yayımlanmıştır.

Cumhuriyet gazetesini hiç rahat bırakmazlar.

Cumhuriyet; bağımsızlıktır, olayların ardındaki gerçeklerdir, özgürlüktür, demokrasidir, “Kemalistler hümanist olamazlar” gibi uyduruk saldırılara karşı inadına insancıldır, toplumcudur, barışseverdir, Cumhuriyet devrimlerinin ve Atatürk’ün yaktığı uygarlık ateşinin sürdürücüsüdür, ataktır, emeğin savunucusudur, toplumculuğun koruyucusudur, dürüsttür, yüreklidir, ilkelerinden vazgeçmez.

O yüzden Cumhuriyet’i rahat bırakmazlar.

Yazarlarını öldürür, çalışanlarını, yöneticilerini cezaevlerinde çürütür, tehdit eder, soruşturmaya uğratır, içten ve dıştan oyunlarla ürkütmeye, zayıf düşürmeye, boyun eğdirmeye çalışırlar.

Boşuna çaba...

Cumhuriyet, Cumhuriyetin ve Cumhuriyetçilerin bilinçten, emekten ve dirençten oluşmuş kalesidir.

Bu kalenin burçlarında yitirdiğimiz tüm şehitlerimizi anıyoruz. Onlar, bizim gökte parlamaya devam eden yıldızlarımızdır.

BEDRETTİN CÖMERT’İN ÖLDÜRÜMÜ

(Bedrettin Cömert’in aramızdan alınışından önce gazetemizdeki son yazısı: 31 Mayıs 1978, Sayfa: 8)

Aydınlanmacı, hümanist düşünür, şair ve bilim insanı olan yazarımız Bedrettin Cömert, 1978 yılında dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ile doğrudan bağlantılı Ülkücü hareket tarafından öldürülmüştü.

Öldürümün soruşturmasını izleme görevi, Cumhuriyet gazetesinin Ankara bürosuna henüz yeni girmiş bir polis-adliye muhabiri olarak bana verilmişti.

Soruşturmayı Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı yürütüyordu. Ecevit hükümeti iktidardaydı, ancak soruşturma çok yavaş ve zor ilerliyordu. Öldürümün tetikçileri dönemin Milliyetçi Hareket Partisi ile bağlantılı Ülkücü Gençlik Derneği’nin (ÜGD) yönettiği Ülkücü hareketin içindeydiler. Soruşturma dosyası içinde; Avrupa Ülkücü Türk Dernekleri Federasyonu’nun Başkanı Lokman Kondakçı’nın, öldürüm emrinin ÜGD Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’ndan geldiğine ilişkin söylemi de yer alıyordu. Bu çerçevede, Cömert’in öldürümü nedeniyle, daha sonra Emniyet-mafya-Ülkücü hareketten oluşan üçlü sac ayağının ortaya dökülmesine neden olan, 7 TİP’li gencin vahşice öldürülmesi de içinde olmak üzere bir çok toplu öldürümün sorumlusu Abdullah Çatlı için tutuklama kararı çıkarıldı. Ancak Çatlı devlet, 12 Eylül cuntası (Bizzat Kenan Evren’in istihbaratçı damadı tarafından koltuklandığı yazılıp çizilmiştir) ve sağ siyaset tarafından özenle korunduğu için Susurluk kazasındaki ölümüne değin hiç yakalanamadı.

Cömert’in tetikçileri olarak mahkeme dosyalarına geçen belgelerde, ülkücü Rıfat Yıldırım ve Üzeyir Bayraklı’nın adı geçiyordu. Bu ikisinin ismi daha sonra Almanya’da uyuşturucu işlerine karıştı. Üzeyir Bayraklı bu karanlık ilişkileri nedeniyle öldürüldü. Rıfat Yıldırım ise, AKP iktidara geldikten hemen sonra Almanya’dan Türkiye’ye getirildi. Yargılandı ve beraat etti!

Cömert’in yaşamdayken yayımlanmamış bir şiirinden:

kar yağacak yine ağırdan ağırdan

bazı bazı kuduracak soğuk

biz yine el ele

ışıl ışıl günlere doğru

inan güzellikle boy atacaksın

mut kaynıyacak ocağımızda

denizlerden dağlardan yaban kuşlarından

bir düzen kuracağız

bitecek kaygılarımız

kaygılarımız bitince

daha güzel olacağız.

1960

MUAMMER AKSOY, BAHRİYE ÜÇOK, UĞUR MUMCU, AHMET TANER KIŞLALI ÖLDÜRÜMLERİ:

Aralıklarla gerçekleştirilen bu dört öldürüm (Muammer Aksoy-Ocak 1990, Bahriye Üçok-Ekim 1990, Uğur Mumcu-Ocak 1993, Ahmet Taner Kışlalı-Ekim 1999) ; sömürgeci dünya egemenlerinin, kimliksel, dinsel ve mezhepsel böl-yönet kurgularını ve Türkiye’yi Ortaçağ karanlığına gömme, yeni dünya düzeninin vahşi piyasacılık tasarımlarını uygulama alanına geçirmelerine olanak sağlamak üzere gerçekleştirilmiştir.

Bu dört yurtsever isim de, laik-demokratik, özgürlükçü, insan haklarından ve emekten yana bir düzenin hem destekleyicileri, hem öncüleri, hem de örgütleyicileriydiler. Onların aramızdan alınmasıyla birlikte karşıdevrim önemli ölçüde atağa geçmiş ve bugünkü yobaz tek adamcılık düzenine gelinmiştir.

Bu dört öldürümün tetikçilerinin büyük bölümü, bugün iktidarı paylaşan AKP ve MHP’nin dolaylı olarak ittifak ortağı olarak seçimlere gireceği Hizbullah’a karşı düzenlenen bir operasyon ile yakalanmışlardır.

Dönemin İçişleri Bakanı Sadettin Tantan’ın dik duruşu, polis ve savcıların ciddi çalışmaları sonucu 2000 yılı baharında başlatılan “Umut operasyonu” sonucu katiller yakalanmıştır.

O katiller, İran’da yetiştirilmiş, Selam-Tevhid-Kudüs Ordusu adlı örgüt adına öldürümleri gerçekleştirmişlerdi. Beykoz’da Hizbullah’ın İlim grubunun villasına yapılan baskın sırasında örgütün yaktığı bir bilgisayardan önemli kanıtlar elde edilmişti. Bu operasyonda yakalanan Necdet Yüksel’in yer göstermesiyle Ankara Yeni Cimşit Köyü bölgesindeki buğday tarlasında arama ve kazı çalışmaları yapılmıştı. Burada tabancalar, şarjörler, lav silahları bulundu. Yeni Peçenek Köyü arasındaki bölgede de C-4 plastik patlayıcılar, TNT, fünyeler ve bomba yapımında kullanılan malzeme, numarası kazınarak yok edilmiş, İtalya yapısı Beretta marka bir tabanca bulunmuştu. Muammer Aksoy’un öldürüldüğü apartman girişinde bulunulan iki mermi çekirdeğinin de, bu tabancadan ateşlendiği de kanıtlanmıştı.

Ayrıca, Ahmet Taner Kışlalı’nın arabasına konulan bombanın güç kaynağı olan pil, timsah ağzı denilen bomba unsurlarını birleştirme malzemesi, 0.56 milimetrelik tek telli sarı-siyah renkli kablo, TNTRDX patlayıcı, 8.8 mm ve 9.5 mm çapında çilek bilyeler ile bombada kullanılan Serkisof marka mekanik cep saati; Sincan’da bulunan malzemelerle tıpa tıp uyuştu.

Benzer uyuşma, Uğur Mumcu ve Bahriye Üçok cinayetleri ile Ankara’da çeşitli elçilik üyelerine karşı yapılan saldırılarda kullanılan bomba ve bomba malzemelerinde de gerçekleşti.

Davada yakalananların ve tanıkların ifadeleri, diğer kanıtlar da göz önüne alınarak katiller, “din kurallarına dayalı devlet kurmayı amaçlayan silahlı çeteye üye olmak ve Anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs” suçundan 6 yıldan başlayarak, ağırlaştırılmış ömür boyu hapse kadar çeşitli cezalara çarptırıldılar. Hükümlülerden Muzaffer Dağdeviren, AKP döneminde tahliye edildi, 2005’te alacak-verecek nedeniyle çıkan bir kavgada öldürüldü. Uğur Mumcu’nun arabasına bomba koyduğu ileri sürülen sanık Oğuz Demir ise kaçak.

Dava dosyasına göre, katiller ve soruşturulanlar İran’a sürekli gidip geliyorlar, Türkiye içinde çeşitli eylemler gerçekleştiriyorlardı Devletin emniyet ve istihbarat güçleri ise, bu gruptan hiç kuşkulanmıyor, onları izlemiyor ya da izlemek istemiyordu neredeyse. Dönemin MİT Müsteşarı Korgeneral Teoman Koman’ın, Uğur Mumcu’nun saldırıya uğramadan yaklaşık 6 ay önce, 9 Temmuz 1992’de, gazetecilerle yaptığı söyleşide, Mumcu’nun sorusu üzerine, “Siyasi suikastler yine başlayabilir. İçinizden birini de kaybedebiliriz” dediği de unutulmamalı!

Başta Başbakan Süleyman Demirel ile Başbakan Yardımcısı Erdal İnönü olmak üzere dönemin DYP-SHP iktidarı yetkililerinin “namus borcu” sözü vermelerine karşın cinayetlerin üzerine neden gitmediklerine gelince...

İşte o bir karanlık bilmecedir.

Erdal İnönü’nün, 2 Temmuz Sivas kırımından sonra söylediği o ünlü sözü, bu cinayetler için de geçerli sayabiliriz:

Yetkim vardı, haberim yoktu!”

CAVİT ORHAN TÜTENGİL’İN ÖLDÜRÜMÜ:

Toplumbilim alanının yetkin bilim insanı ve yazarımız Cavit Orhan Tütengil, 1979’da ülkücü tetikçiler tarafından aramızdan alındı.

12 Eylül sonra açılan MHP ve ülkücü kuruluşlar davasında da yargılanan MHP’nin önemli isimlerinden Yılma Durak, Tütengil’in öldürülmesi iznini Ülkücü Gençlik Derneği Ocak Başkanı Recep Öztürk’ün verdiğini ifadesinde söylemiştir. Recep Öztürk Sıkıyönetim Askeri Savcılığı’nca gözetim altına alınmasına karşın serbest bırakılmış, ardından da yurtdışına kaçmıştır.

Tütengil’in öldürümü, soruşturulmamış dosyalar arasında tozlanmıştır!

Tütengil’in gazetemiz Cumhuriyet’in eki olarak yayımlanan “Atatürk’ü Anlamak ve Tamamlamak” kitabından bir bölüm:

“Türk Devrimi’nin ilkelerinden biri olan devrimcilik, katılaşmış bir toplum düzeni yerine yeni oluşlara açık bir anlayışı zorunlu kılar. Dinamizmini yetirerek kendi üzerine kapanmak Atatürkçülüğü donmuş kalıplar haline getirir ve yaşama gücünü zayıflatır. Batılı bir toplum olmak ve halkın mutluluğunu daha ileri bir düzeye çıkarmak, değişen dünya koşulları içinde, Atatürk’ün sürekli bir ülküsü idi. Bu ülküye bel bağlayan genç kuşaklar ve düşüncede genç kalanlar için Atatürk’ü tamamlamanın yolu daima açıktır.”

ONAT KUTLAR’IN ÖLDÜRÜMÜ:

Sanat ve yazın insanı, gazetemizin yazarlarından Onat Kutlar, Aralık 1994’te Cafe Marmara’da patlayan bir bomba sonucu yaralandı ve Ocak 1995’te yaşamını yitirdi.

Yapılan soruşturma sonucu, Onat Kutlar’ı aramızdan alan bombayı PKK’li olduğu anlaşılan Deniz Demir’in koyduğu belirlendi.

Deniz Demir, suçunu üstlenerek AKP döneminde çıkarılan etkin pişmanlık yasasından yararlandı ve bir süre cezaevinde yattıktan sonra serbest bırakıldı!

(Onat Kutlar’ın gazetemizde yayımlanan son yazısı: 27 Kasım 1994, Sayfa: 15)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

IMF Defteri 27 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları