Hikmet Altınkaynak

Durmak zamanı geçti...

18 Ağustos 2022 Perşembe

Yarın 19 Ağustos, çağdaş Türk şiirinin kurucularından, Osmanlı’nın tek laik, devrimci şairi Tevfik Fikret’in ölümünün 117. yıldönümü. 

Fikret, aradan geçen bunca yıla karşın hiç unutulmadı, üzerine kitaplar yazıldı, akademik çalışmalar yapıldı, tartışıldı, şiirleri ezberlendi, yaşamı örnek alındı. Onun topluma, gençliğe kazandırdığı insan sevgisi, şiirimize kattığı özgürlük teması, umut; kuşaklar boyu sürüp geldi. 

Geleceğe taşınması da kaçınılmaz. Çünkü daha fazlasını hak etti Tevfik Fikret. Çünkü düşüncesi, yapıtlarıyla Mustafa Kemal Atatürk’e vatanın kurtuluşu yolunda ilham verdi, ışık oldu.  

Tevfik Fikret, istibdata karşı, özgürlüğü seçti, özgürlük için mücadele etti. Çocuklardan, gençlerden umudunu kesmedi.

Aslında yaşamı bir yandan da acılar içinden geçti.

Tevfik Fikret, 12 yaşında öksüz kaldı. Annesi Hatice Refia Hanım ve dayısı hacca giderken koleradan öldü. Kız kardeşi Sıdıka’yı zorla evlendirildiği sarhoş kocası döverek öldürdü. Babası Hüseyin Efendi ise II. Abdülhamit’in zulmünden sürgünde yaşamını yitirdi (1904). Eşi Nazime Hanım ve bir süre oğlu Haluk ile yalnız kaldı. 

Robert Kolej ve Galatasaray Lisesi’ndeki görevlerinden sonra, tıpkı çocukluğundaki gibi, Aşiyan’da yalnız bir yaşamı tercih etti. Arkadaşı Neyzen Tevfik’in yazdığına göre çocukken oynadığı oyunlardan en sevdiği, bahçenin bir köşesine kulübe yapıp orada kendi başına bir Robenson gibi yalnız yaşamaktı. Bu nedenle Aşiyan’ın tasarımını kendisi yapmış, burada kendini yalnızlığa, şiire ve resme adamıştı.

İnzivaya çekilen Tevfik Fikret, bakışlarını hep ileriye çevirdi.

KADINA ŞİDDETE KARŞI İLK ŞİİRİ 

“Hemşirem İçin” başlıklı şiiri belki de edebiyatımızda kadın şiddetine karşı yazılan ilk eserdir.

Kız kardeşinin acısını tüm kadınların acısı bildi, yazdı. Ülkedeki özgürlük sorununu tüm gençlerin, aydınların, halkın sorunu bildi, yazdı.

Kendi Aşiyan’da tek başına olsa da şiirleri dergilerde gazetelerde dillerde, yüreklerdeydi. Kimi kez yanlış anlaşılma yüzünden kavgalara yol açtı.

Onun insancıl (hümanizm) konusunu irdeleyen şiirinde geçen

“Vatanım ruy-i zemin, milletim nev’i beşer”

dizesi, bunlardan biri oldu. O bunu dil, din, ırk, mezhep farkı gözetmeden insanları sevmek olarak yazmıştı, çünkü vatan onun için de kutsaldı. Ama çok yanlış yorumlandı. Bu nedenle gelecek ve gençler önemliydi. Gelecek ve gençlik ise özgürlük demekti. Kırılgan bir mizaca sahip olsa da şiirinde ve yaşamında güven veren duruşunu hiç bozmadı.

O, diyordu ki:

“Kıran da olsa kırıl düş fakat eğilme sakın”

O diyordu ki:

“Onlar niçin semada, niçin ben çukurdayım 

Gülsün neden cihan bana, ben yalnız ağlayayım 

Dünya dönecek cennete insanla, inandım.”

O, diyordu ki:

“Zulmün topu var, güllesi var, kalası varsa,

Hakk’ın da bükülmez kolu, dönmez yüzü vardır.

Göz yumma güneşten, ne kadar nuru kararsa

Sönmez ebedi, her gecenin gündüzü vardır.

Millet yoludur, hak yoludur tuttuğumuz yol,

Ey hak, yaşa... Ey sevgili millet, yaşa, var ol!”

NADİR NADİ’NİN YAZISI

Tevfik Fikret’in evrensel şairliği UNESCO’yu harekete geçirdi. Doğumunun 100. yılı olan 1967, Tevfik Fikret Yılı ilan edildi. Bu noktada sözü o dönem gazetemiz Cumhuriyet’in başyazarı Nadir Nadi’nin 55 yıl önce yazdığı yazısından bir kesiti alıntılamak istiyorum:

“... Fikret, çevresinden ilgi dilenen, alkışla beslenmeye hevesli, ‘beşeri zaaflar’a tutulmuş şairlerden değildi. O, her her şeyden önce kaya gibi sarsılmaz bir karakter ve yıkılmaz bir inanç adamı idi.

Hak bellediğin yola yalnız gideceksin

dizesi ile gençliğe verdiği öğüt aynı zamanda onun üstün karakterini belirten bir düşün ve

duygu çizgisidir.

Fikret, sözü yaşantısına uymayan havada kalmış şairlerden değildi. Gençliğin nasıl olmasını istiyor idi ise kendisi de öyle yaşıyordu. Hakka tapıyordu, vatanını seviyordu, özgür düşünceye inanıyordu; ırk, din, mezhep ayrılığı gözetmeksinizin insanlığın mutluluğu uğruna çaba harcamayı en şerefli bir uğraşı biliyordu. Zulme, istibdada, sömürücülüğe karşı direnmeyi kaçınılmaz bir görev sayıyordu. Saltanatmış, meşrutiyetmiş, demokrasi imiş, çeşitli yönetimleri dış kalıplarına göre değil, gerçek niteliklerine göre değerlendirmeye önem veriyordu. Abdülhamit zamanında gizli olarak elden ele dolaşan şiirlerinin Meşrutiyet ilânından hemen birkaç yıl sonra gene el altından okunur hale gelmesi, Fikret’in gökyüzü kadar temiz, gökyüzü kadar özgür kişiliğinin açık belgesidir. İstibdadı yermek için 1908 den önceleri demediğini komayan büyük adam, İttihat ve Terakki devrinin çapulcularına:

Yiyin efendiler yiyin, bu han-ı iştiha sizin

Tiksinince, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!

diye haykırarak aynı direnme gücü ile karşı durmaya kararlı olduğunu göstermişti.

Türkçemizin geçirdiği bugünkü gelişim çizgisi içinde Fikret, şair olarak belki epeyce eskimiş, arkada kalmıştır. Ama sırf düşünce açısından bakıldığı zaman o, kendi kuşağının çok ilerisinde, hattâ bugünkü kuşaklara ışık tutan bir büyük önderdir.

İçinde bulunduğumuz 1967 yılı, aynı zamanda Tevfik Fikret’in 100’üncü doğum yılına raslamaktadır. Bu vesile ile Fikret’i sevenler tarafından törenler düzenleneceğini öğrendim, sevindim.

Bence Fikret’in eserine yapılacak en büyük hizmet, bu büyük adamı gençliğe daha iyi tanıtmaktır. Edebiyat derslerinde Fikret’e layık olduğu yer verilmeli, eserleri yeni baştan -gerekirse sadeleştirilerek- yayımlanmak, yaşantısı geniş halk yığınlarına anlatılmalıdır.

Devrimlerin başarılmasında Fikret, Atatürk’­ün başlıca ilham kaynaklarından biri, belki de birincisi olmuştur.

Ve biz bugün Fikret’ten hâlâ çok şeyler öğrenecek durumdayız. Zekâsı ile, medeni cesareti ile, bükülmez karakteri ile onu daima yanımızda bulundurmalıyız.”

Evet, umutsuz bir ortamda umutlu olmaya çalışmak çok zor.

Ama umutlu ortam varsa, bunu zaferle sonuçlandırmak çok daha kolay değil mi?

Bunun için de şimdi olsa şöyle derdi:

“Uğraş, didin, düşün, ara, bul, koş, atıl, bağır;

durmak zamanı geçti, çalışmak zamanıdır!”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Okullar tatildeyken... 26 Ocak 2023

Günün Köşe Yazıları