Zoka

22 Ocak 2017 Pazar

 

Dünyadaki tüm denizleri dolaşmıştı. Bugünlerde 50’li yaşlarını sürüyordu. Binlerce mil yol yaptıktan sonra gecenin alaca karanlığında doğduğu sahilin ışıklarını gördü. Çok yorulmuştu. “Yaşlandım. Bu benim son seferim” diye düşündü. Niyeti bu seferden sonra ılıman denizlere gidip sakin bir hayat sürmekti. Yüreğinden hüzünlü bir sevinç esintisi geçti. O anda kendine özgü bir yiyecek gördü. Biraz enerji toplamak amacıyla ağzına attı. Tuzak olduğunu anlamış ama geç kalmıştı. Zoka damağına saplandı. Kurtulmak için çırpınmaya başladı. Çok uzun süre nefes almadan kalabilirdi. Ancak ağzına aldığı suyun oksijenine gereksinmesi vardı. Zokanın ucunda sallanırken sudan oksijen üretemiyordu. Ciğerlerine hava gitmiyordu. Birkaç kez daha çırpındıktan sonra kendini bıraktı. “Buraya kadarmış” dedi.
Gözlerinin önünden kardeşlerinin ve tüm çocuklarının yırtıcılar tarafından 60, 70 ve 80’li yıllarda vahşice parçalandıkları geçti. “Tanrım, ne büyük katliamlardı. Henüz dünyayı tanımamıştık. Çok gençtik. Gördüğümüz bir parıltıya doğru koşuyorduk. Ama yırtıcılar saldırdılar. Daha ne olduğunu anlayamadan çakalların, sırtlanların, yılanların eline düştük. Saldırıya toprak altından çıkan çıyanlar, solucanlar da katıldı. Havadan gelen saldırı da mermi gibi bizi delip geçiyordu. En önde koşanlarımız ilk düşenler oldu. Hal bu ki o dolunayda ufuk aydınlığına doğru harekete geçtiğimizde bin atlı gibi şendik. Neşemiz çok kısa sürdü. Bin kardeşimden sadece ikisi katliamdan kurtulabildi. Onlar da ergenlik çağını göremeden daha başka yırtıcılar tarafından katledildi. Ve tek başıma kaldım” diye düşündü. Daha düşük boyutlu katliamları her üç veya beş senede bir geldiği bu topraklarda yaşıyordu.
Birden yukarıya doğru çekilmeye başlandı. Önce bir gölge, sonra gökyüzünü gördü. Daha derin bir nefes almaya vakit bulamadan balıkçının kafasına doğru savurduğu haydarı (odun) hissetti. Can havliyle çırpındı ve kafatasını parçalanmaktan son anda kurtardı. Ancak haydar sırtını yırtmış ve kabuğunu çatlatmıştı. Hafif bir kan denize sızıyordu.
Balıkçı, kanı görünce insafa geldi ve “Hadi belanı benden bulma” diyerek oltayı kesti. Özgürdü ama yaralanmıştı. Yaşadığı dünyada yaralı bir canlının hayatta kalma şansı yoktu. Bir süre yorgunluğunu ve acılarını unuttu ve son bir gayretle karaya çıkmayı başardı. Ama daha önce en az on kez geldiği sahilde bir gariplik vardı. Gözleri önce anne olarak benimsediği koruyucuları Kaptan June’yi (June Haimoff) aradı. Sonra baba olarak bildiği ve soylarının devam etmesine büyük katkı sağlayan Hakan Kara’yı görmeyi umut etti. Ama ikisi de yoktu.
Bir karaltı gördü. Hakan Kara sandı ama yanıldığını anladığında karnına tekmeyi yemişti. Adam “Ulan sizin yüzünüzden bu sahillere beton tesisler yapamıyoruz, milyon dolarlar kazanamıyoruz. Geberin de kurtulalım” diyerek tekmeliyordu. Son bir gayretle “Gebeyim” diye bağırdı. Garip bir hırıltı duyan adam irkildi ve vurmayı bıraktı.
Bu arada ikinci bir adam ortaya çıktı. Yüzüne ışık tuttu ve “Kafanı saklıyorsun ama bacakların meydanda” diye bağırarak iki tekme attı. Ters dönmüştü. Adamlar gittikten sonra uzun uğraşlar sonucu kendisini düzeltti. Kumu kazdı, yumurtalarını bıraktı. “Tüm canlıların yaşam hakkı için mücadele eden Hakan Kara neredesin” diye feryat etti. Belki hayatta kalmayı başaracaktı ama yüreği yaralanmıştı. Son kez Dalyan İztuzu sahiline baktı ve karanlık sulara daldı.
Kardeşim Hakan, benden foklarla ilgili haber beklediğini biliyorum ama içimden Caretta Caretta yazmak geldi. Bu kış çok sert geçti. Limanda alargadaydık. Havalar düzeliyor. Şimdi alesta zamanı. Demiri vira edip, maviliklere yelken açmak için seni bekliyoruz. Dünyanın ucundaki son fenerden kardeşin Yılmaz.  

YILMAZ SOYTÜRK



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Önce Cumhuriyet! 9 Eylül 2018
İklim için ses ver! 2 Eylül 2018
Özel yaşamın sonu mu? 26 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları