Feyzi Açıkalın

Arap arap arap…

10 Aralık 2020 Perşembe

1960’lı yılların sonu, 70’lerin başında müthiş bir Bursaspor futbol takımı vardı. Hiç unutmuyorum, İzmir Alsancak Stadyumu seyircisi, bu takımın ten rengi daha koyu olan bir futbolcusunu, “Arap arap arap” diye sözde aşağılayarak moralini bozmaya çalışırdı.

Çizgide oynayan futbolcu da, efendiliğinden olsa gerek sahanın içine doğru kaçardı. Biz yeni yetmeler bu tribün vandallığına gülerek eşlik ederdik. Gerçi sonraki yıllardakiler yani Beşiktaşlı Pascal Nouma gibiler, elini şortunun içine sokarak daha anlamlı yanıtlar vermişlerdi!

Gülerek, eğlenerek insanların rengi ile alay etmenin, çocuk aklımızla ırkçılık olduğunun farkında değildik. Son Başakşehir maçındaki hakem rezaleti sonrasındaki yorumlar hala da bilmediğimizi gösteriyordu…

“Afro-Amerikalı” şeklinde, yeni yeni kullanılmaya başlanan deyimin yerini tutacak kelime bulunamazdı. Radyo ve TV sunucusu Cumhur Sezen Önal’ın akıllarımıza kazıdığı “çikolata renkli sanatçı”, belki de geçmiş yıllara ait en zarif sıfat tamlamasıydı. Ama böyle bir tanımlamanın gerekliliğini sorgulayacak bilinç de toplumda yoktu.

Sonraları, Türkiye ırkçılığının yeni yükseliş döneminde, televizyondaki futbol yorumcuları ve futbol kulüp başkanlarından daha korkunç tanımlar geldi; Afrika kökenli sporculara “yamyam” denmekten çekinilmedi. Onların bu sözlerine de tepki vermedik. 

Yani Türkiye’de, adı konmamış hatta şirin gösterilerek yok sayılmış bir ırkçılık, yaşamın her alanında vardı. 

Irkçılığın üst başlığı olan faşizm tanımı ise, 1960’ların sonundaki halk hareketleri sayesinde daha çok insan tarafından anlaşılır oldu. Hem teori hem de pratikte Türkiye faşizmle daha yakından tanıştı. Ama faşizm kelimesi o yıllarda hiçbir zaman bugünkü gibi, gerçek anlamından soyutlanarak kullanılmadı.

Türkiye cumhuriyeti devletini yönetenler, iyi kötü demokrasilerini kurmuş ülkelerin yönetimlerini son yıllarda kolayca faşistlik ve Nazilikle suçlamaya başladılar. Bunu, faşizmin içeriğini bilmekten çok, George Orwell’in 1944 yılında söylediği gibi, “karşıtlarını aşağılama” adına kullanıyor olmalıydılar.

Yine de insan şüphelenmekten kendisini alıkoyamıyordu. Batı kendisiyle yüzleşip, faşizm, Nazizim ve ırkçılığı bir insanlık suçu olarak kabul etmişti. Buna rağmen Batılı liderlikleri kolayca faşistlikle, ırkçılıkla suçlamanın ardında başka niyetler olabilir miydi?

Ülkeyi idare edenlerin ideolojileri ne olursa olsun, son kertede kopamayacakları Batı uygarlığının bir dayatması olarak mı, faşizmi kötüleme yarışında yer almak istiyorlardı? Yoksa bu yerli yersiz kullanım farklı bir plan dahilinde mi uygulanıyordu?

Acaba bu kavramların içinin boşaltılıp, gündelik, sıradan sloganlar haline getirilerek anlamının zayıflatılması ilerde oluşacak bir suçlanma konusunda önlem almaya mı dönüktü? Halka, “Bakın, bizi içine almaya çalıştıkları kavram bu denli safsatadır” demeye mi getiriyorlardı?

Onun için mi bütün sabıkalılar, şaibeliler öncelik alıp, hep bir ağızdan Başakşehir maçı sonrasında, “No to racism” çığlığı atmaktan çekinmediler?   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları