Feridun Andaç

Üsküdar mı, Kadıköy mü?

30 Temmuz 2024 Salı

Kadıköy’ün enerjisi, Üsküdar’ın ahengi beni hep çekelemiştir. Zaman zaman Peyami Safa’nın Fatih Harbiye romanını çağrıştıran ilişki de kurduğumu söyleyebilirim bu iki semti düşününce... 

Kadıköy’de, Moda’da yaşadım uzunca süre. Üsküdar ise benim için hep “geçiş”, “eyleşme” yeri oldu. Orada Anadolu’nun izlerini, renklerini bulurum. Kadıköy, zamanla öyle değişime uğradı ki artık kozmopolitliğin simgesi bir semte dönüşmüştür benim gözümde. Hele o kentsel dönüşüm adına yağmalanmaya başlaması bu semtin büyüsünü tamamen silmiştir gözümde. 

Kentlerin, semtlerin kimliğini günümüzde belirleyen biraz da yerel yönetim anlayışı olduğunu düşünürüm. O nedenle, bir kenti düşününce ilkten yerel yöneticisinin kim olduğuna bakarım. Dahası o yerin/semtin/ kentin duruşu size burayı yöneten anlayışın izlerini verir. 

Farabi’nin El-Medinetü’l Fazıla kitabındaki görüşlerinden sıklıkla söz etmem de bundandır. Onun “fazıl şehir” tanımını severim. Bunu bir insan bedenine benzetir. Ve yeri yönetenleri de şöyle tanımlar: 

“Fazıl şehrin reisi de gelişigüzel herhangi bir adam olamaz. Riyaset iki şeyle olur: birisi reisin riyasete tabiat ve yaratılışı ile müsait bulunmasıyla; diğeri reisin heyetçe ve irâdi melekesi ile riyasete tabiat ve yaradılışı ile müsait bulunmasıyla.” (*) 

Kadıköy’ün yıllardır yerel yönetimini elinde bulunduran CHP’nin bu semte ne yaptığını hep sorgulamışımdır. Bütün eleştirilerin ucu gelip gelip semti yöneten kişiye çıkıyor ne yazık ki! Şöyle son üç dört dönemin yerel yöneticilerini hatırlayınca bu yargımın ne denli yerinde olduğunu göreceksinizdir. 

Elli yıldır yaşadığım bu kentten ayrılmaya karar verdiğimde, artık “Benim İstanbul Çağım” adını verdiğim kitabımın yazımının da sonlarına gelmiştim. Şimdi ise bu iki semti yazmak düşüncesine beni taşıyan son seçimin bizlere taşıdığı enerji demeliyim. 

Gelelim Üsküdar’a. 

Doğrusu, sürekli “muhafazakâr semt” yaftası iliştirilen Üsküdar, bence, Sinem Dedetaş’ın seçimi kazanmasıyla hiç de öyle olmadığını göstermiştir. 

Yaratıcılık, yapabilme imajı sanırım onun seçimi önde göğüslemesinde etken. Ve “gelişigüzel” biri olmadığı da ortada. 

Çağımız imaj çağı. Hele sosyal medyanın etkisi/yönlendiriciliği böylesi bir imajın yaratılmasında etken. Gene de o kişinin görsel/davranışsal imajı bir yere kadar, semtte yaşayanlar ilkten bir yerel yöneticinin “icraat”larına bakar, beklentilerine ne denli karşılık verebildiğine. 

Bu anlamda Dedetaş’ın yerel yönetici olarak elinde önemli bir semt imajı olduğunu da unutmamalı. Demin sözünü ettiğim ahengi yaratan kültürel zenginliği. Şöyle bir benzetme yaparsak Üsküdar Doğu’yu, Kadıköy Batı’yı simgeler. 

Ne yaparsanız yapın bu iki semtin her karşılaştırmada Osmanlı’dan beri var olan kimlik/aidiyet gerçekliğimizin göstergesine çıkıyor yolumuz. 

İstanbul’u ayrıştırarak değil, her bir yerini/semtinin gerçeğini düşünerek değerlendirdiğinizde; ister istemez böylesi bir gerçeklikle yüzleşirsiniz. 

İyi bir kent yöneticisinin buradan bakarak semtinin her türlü gerçekliğine bakmasının kaçınılmazlığını düşünürüm. 

Farabi’ye dönecek olursam, “fazıl şehrin”, o şehrin yöneticisinin meziyetlerini sayıp dökerken şunu söylediğini de hatırlatmak isterim. Bunlardan bir ikisini, iki semtin yerel yöneticisine dönüp bakmaları için salık veririm: 

“Evvela vücudunun tam ve her uzvunun kıvamında olması lazımdır ki vazifesini kolayca yapsın. 

Sonra kendisine söylenen her şeyi tabiatıyla iyi kavrayıp anlaması lazımdır ki hem söyleyenin maksadını hem konu mevzusu olan şeyi olduğu gibi anlasın. 

Sonra hafızası kuvvetli olmalı ki anladığı, gördüğü, işittiği ve sezdiği her şeyi iyi bellesin ve unutmasın. 

Sonra uyanık ve zeki olması lazımdır ki gördüğü en ufak delili anında fark edip yerinde kullanabilsin. 

Sonra güzel konuşmasını bilmeli ki zamirindeki her şeyi açıkça izah etsin. 

Sonra öğretmeyi ve öğrenmeyi sevmesi, buna kendini kaptırmış olması ve her şeyi kolayca öğretmesi lazımdır ki öğretme ve öğrenme yorgunlukları ona ne ızdırap versin ne de vücudunu hırpalasın.” 

Üsküdar’ın ahenginden söz ederken bu semte yakışabilecek bir “okuma merkezi” düşüncemi dile getirdiğim bir yazıma (**) Sinem Dedetaş’ın göz atmasını önermiştim bir yardımcısına. Bir beklenti için değil, böylesi adımlarla semtini zenginleştirebileceğini konuşmaktan yanaydım. 

Ne yazık ki önerim önerdiğimle kalmıştı. 

“Zaruri şeyleri gerçekleştirmek için” cesaret gösteren bir yerel yönetici elbette kültürü de bunların arasına katabilmeli. Vitrinlik işleri bir yana bırakıp, o kentin/semtin ahengini daha nasıl zenginleştirebilirim, enerjisini iyi şeylerle nasıl dönüştürebilirim diye düşünmeli. 

Üsküdar ile Kadıköy’ü düşününce, hatta karşılaştırınca ilkin bunları yazmak istedim sevgili okurum. Ama bu iki semtin iki ayrı öyküsünü başka bir yazımda dile getireceğim. 

(*) El-Medinetü’l Fazıla; Farabi; Çev. Nafiz Danışman, 1990, MEB Yay., 124 s. 

(**) Okuma Merkezi Kurmak, Cumhuriyet, 23 Nisan 2024.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları