Feridun Andaç

Siyasal toplumu oluşturabilmek

27 Haziran 2023 Salı

Zaman zaman şunu sormuşumdur kendime: Halkın siyasetle ilgisi nedir? Seçim zamanı hatırlanan bir şey mi, yoksa gündelik yaşamda sürekli konuşulup edilen mi?

Halkçı Ecevit” kavramının çıktığı günlerde, göreli de olsa siyaset toplumun gündemindeydi. Siyasal bir toplum olmasak bile “1968 Hareketi” toplumun siyasal bilince erişmesinde, Bülent Ecevit’in “ortanın solu” söylemiyle ortaya çıkması toplumun dinamiklerini gösteren bir olguydu.

Devletin inşa edilmesinde siyasetin rolü halkın çok da umurladığı bir şey değildi. Devleti “yüce”, “kutsal” gören anlayış siyasetin çarkında öğütüldü aslında!

Yaşadığımız “ara rejim” dönemleri (ki buna 2001-2023 AKP iktidarı da dahil) siyaseti kullanarak “parti devleti”nin inşa sürecini hazırlamıştır. Bu da siyasal toplumu oluşturmak yerine tam tersi devleti siyasallaştırarak bir partinin güdümüne taşımıştır. Yargı bağımsızlığı, Meclis’in işlevi ortadan kaldırılarak otoriter bir rejim kurulmuştur.

Halk siyasetin dışında tutularak “oy aracı”na dönüştürülmüş, adeta devletin tüm organları kullanılarak taraftar yaratılmış, bu da bir biçimde “garantili oy”la siyasal erki elde tutma “irade”si diye tanımlanmıştır. 

Demokrasi dediğimiz şeyin katılımcılıkla olabileceğini ıskalayarak sayısal üstünlükle bunu tanımlamak, üstelik güç gösterisine dönüştürmek az gelişmişlik göstergesidir.

Siyasal toplum oluşturma bir süreçtir. Sivil toplum örgütlenmesiyle de ölçütlenebilir bu.

Mevcudiyetini tamamen o sayısallığa bağlayarak “güç” elde edebilen siyasi iktidarın, demokrasilerin vazgeçilmezi olan “muhalefet”i hiçe sayması, hatta aşağılayıcı bir dille varlığını reddetmesi işte o otoriterleşmenin bir sonucudur. 

Aslında kurulan, devlet içinde devlet anlayışı, teokratik bir yapıdır. Mevcut seçimin “galibi”/ “kazananı” olarak kendini gösteren siyasal İslamcı partinin bileşenleri bunun bir göstergesidir. 

Cumhuriyetle başlayan ulus inşa sürecini henüz tamamla(ya)madığı için yaşanan kimlik krizi toplumda derin yarılmalara neden olmuştur.

Bugün kimlik siyasetinin rağbet görmesi de bir bakıma bundandır.

İslami referansları olan bir partinin, “12 Eylül 1980” askeri darbesinin ajandasında ilk sırada yer alan “Türk-İslam sentezi”ni kendi yol haritasına taşıması ise “yeni Türkiye modeli” diye projelendirilen sürecin söylemi olarak öne çıktı.

Yaşanan seçim sürecinde iktidar partisinin ittifak bileşenlerine baktığımızda bu fotoğrafı daha net görebiliriz. 

Halkı siyasetten uzak tutabilmenin yolu yalnızca eğitimsiz, cahil bırakmak değildir. Biat edebilecek bir güruhu yaratabilmek için her türlü “nema”landırmanın kapılarını aralamaktır. Ama orada da önkoşul: Hükmedenler ile hükmedilenlerin ayrımı... Yani yurttaş değil, kul olmanız istenen zihniyetin siyasette egemenliği...

Bu arada şunu da göz ardı etmemek gerek: “Türk-İslam sentezi” bileşeni her ne kadar “sivil milliyetçilik” söylemi gibi gelse de bugün iktidar ve bileşenleri eliyle “devlet milliyetçiliği”ne dönüştürülme rotasındadır.

Burada yaratılan karşıtlıklar bu söylemi yaygınlaştırmanın ötesinde, çatışma yaratarak baskı kurup “ulus”u “cemaat”e dönüştürme siyasetini tabana yaymaktır. Yani devlet aygıtları eliyle kurumsallaşan İslam-Milliyetçilik/“Türklük” örtüsüyle hayata geçirilecektir.

Kurulan ittifakın rengi, söylemi, siyasal anlamı budur. 

İşte bu noktada şunu sormamız gerekiyor:

Nasıl bir modernleşme? Nasıl bir demokrasi?

Ve bu süreçte sermayenin rengi, söylemi de elbette ki sorgulanmaya değer. 

İsimsiz toplumsallıklar”ın vücut bulduğu bir sürece girerken siyasal toplumu inşa etmenin dikenli yollarından daha çok söz edeceğiz diye düşünüyorum...

SIYASETİN ALACASI

Siyasetin döngüsel arenasında debelenenleri gördükçe halk, toplum, adalet adına yola çıkarak kendilerine birer “meslek” edinen sözüm ona siyasetçilerin seçim sonrası renk değiştirmelerinin nasıl bir şey olduğunu düşünüyorsunuz ister istemez.

Kendisine adeta “kurtarıcı” rol biçen Meral Akşener’in salvoları çok da şaşırtıcı gelmedi bana.

Koşullara görelikle siyaset arenasında kendine yer açan, bir biçimde orada tutunarak, bunu da bir “siyasal birikim” olarak gören birinin her türlü söylemindeki tutarsızlık onu inandırıcı kılamadı ne yazık ki!

Akşener’in bu döngüsel duruşu, siyasi geleneğini bir türlü oluşturamayan Türkiye sağı, yalnızca sloganlarla yer yer “Türk milliyetçiliği”, yer yer de “Türk-İslam sentezi” söylevleriyle kutuplaştırıcı olmayı her daim öncelemiştir.

Sözüm ona, kuruluşunda “merkez sağ”da siyaset yapma önceliği olan İYİ Parti’nin 3. Olağan Kurultayı’nda karşımıza çıkan manzara hiç de iç açıcı değildir.

Siyasetin halktan nasıl uzak yapıldığının da bir göstergesidir bu son durum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anlatısız toplum 19 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları