Feridun Andaç

Kenti özgürleştirmek...

25 Temmuz 2023 Salı

İstanbul’dan uzaklaşalı beri, zihnimde kentin siluetinden çok; parça parça manzaralarını hatırlar, düşünür oldum.

Bir kente dışarıdan bakabilmek için uzaklaşmak gerekiyor.

“Benim İstanbul Çağım”ı yazmaya yöneldiğim günlerde karşıma çıkan şöyle bir gerçeklikti: Yaşadığım birkaç İstanbul vardı. Hangisinden başlamam gerektiğine karar vermeyi beklemek yerine, hatırladığım anlara dönerek 1957’de ailece geldiğimiz, 27 Mayıs 1960 öncesi ayrıldığımız kentten belleğimde iz bırakanları, “Gönlümün Yitik Yurdunda” yer alan birkaç öykümde anlatmıştım.

Ardından, Aralık 1974’te gelip yaşamaya başladığım Ortaköy’ü, ilk gençlik çağımın semti olarak “Zamanın Durduğu Bir Yerde: Ortaköy” kitabımda anlattım. 

“Benim İstanbul Çağım”ı yazma düşüncem ise bu süreçte biçim aldı. Hayatımın iki önemli kentini (Erzurum-Paris) yazmam ise sanırım İstanbul’u yazıp anlatmamı kaçınılmaz kıldı!1

Çocukluğumdan beri kentlere hep bir mimarın gözüyle bakmayı öğrenmeye çalıştığımı söylemeliyim. Yayımlanan ilk romanım “Kaplıcada Son Yaz: Sandım ki Göğün Cennet”in kahramanının mimar olması da manidardır!

Mimar Hilmi İnce’nin çocukluk belleğimde iz bırakması, onun çizimleri, Almanya’daki eğitim anıları; rapido kalemle, tarama kalemiyle ve çini mürekkeple beni buluşturup çizgilerimin ortaya çıkmasına öncül olması, bende kente bakma biçimini geliştirdiğini söylemeliyim.

Eski kentim Erzurum ile ötedeki kentim Paris, yaşadığım kent İstanbul bendeki kent imgeleminin üç bileşenidir.

Üç yol/kent haritası çizerek yola düştüğümü söylemeliyim.

Parça parça yazılan İstanbul, onu terk ettiğimde -özlemle belki de- kendisini yazma düşüncesini yeniden bana taşıdı.

Paris’i, çoğunlukla, Paris’te yazmayı öncelemiştim. Erzurum’u uzaklaşınca yazdım. Öyle ki yazarak çocukluk kentimle barıştım. “Benim İstanbul Çağım” ise dindire dindire yazmayı istemişti benden.

BULUŞTUĞUMUZ YERDE

Bir gün, Nişantaşı’nda bir mantıcıda yemekte Tahsin Yücel’le konuşurken (o günlerde) kendimi bir türlü, kırk küsur yıldır yaşadığım kente ait hissedemediğimi anlatmıştım. O da yıllar yıllar önce çocuk yaşta, Elbistan’dan çıkarak “parasız yatılı”da okumak için gelmişti İstanbul’a. Burada yaşamayı seçerken “asla buralı olmak” gibi bir düşüncesinin olmadığından söz etmiş, “Ama artık burada yaşıyoruz, kendimizi buralı sayalım Feridun” demişti.

İkimiz de biliyorduk ki “Buralıyım” demekle buralı/o yerli olunmuyordu!

Bunun daha da açılımlı yanıtını nice sonra yazdığı bir denemesinden dile getirmişti Tahsin Yücel: “Kimim Ben?

UZAK OLMAK,  UZAĞINI DÜŞMEK

Uzaklık yazmak için bir neden. Özlem duymak değil, tam tersi, anlamanın kapılarını aralamak...

Yazarın işi/uğraşı, biraz da bugündeki geçmişi yazmak değil midir? Bunu da “nostalji” olarak almamalı, o bambaşka bir duygu/ruh halidir.

Bugündeki geçmişi bir kent anlatısına pekâlâ taşıyabilirsiniz. Dönüp baktığınız izlerin yolu yordamı mekânlardan geçer. Ama orada da öncelikle, yapıların mimarisine bakarız. Ki taşıyıcı olan asıl bunlardır.

Svetlana Boym, bunun açılımını şöyle yapıyordu:

“... mimarlık; sadece hiyerarşileri maddileştirmez, insan emeğini ve hünerini anıtlaştırır, dolaysız işlevinin ötesine taşar, dünya kültürünün oluşumuna katkı yapar. 2 

Bir kenti düşünmenin, anlatmanın yolu kuşkusuz yaşanmışlıktan geçer. Ama kent bakışı edinebilmek için mimarlık/felsefe/edebiyatın bileşimine her daim gereksinim vardır.

Italo Calvino, “Görünmez Kentler”de imgesel kentleri belirli “mekân düzenlemeleri” içinde anlattı. Bir yanıyla kurmaca gibi gelse de onun kentlere dair, kent gerçekliklerini yansıtmaya dair yaratıcı bakışının yansımalarını her bir metninde görürüz. Bazen, anlattığı kentleri “hayali kent” olarak da tasavvur edebiliriz.

Sanırım, bu da bize bir kenti özgürleştirerek anlatma bilincini taşır. Yazıyı yaşama yurdu kıldığınızda anlatabileceğiniz her bir şey yeni bir bakış/duyuş istiyor sizden. Bir kenti anlatma biçimi de duygularınızı, düşüncelerinizi bu yönde yoğunlaştırdığınızda gelip sizi bulur, bence!

Uzaklaştıkça yazmak istediğim İstanbul, şimdi bambaşka bir imge olarak duruyor karşıma. Ama biliyorum ki bu asla, bir “kent seviciliği” anlatısı olmayacak sevgili okurum.


1 Bir Kentin Solgun Yüzü: Erzurum, Feridun Andaç, 2010, Dharma Yay., 496 s.

   Paris Bir Yalnızlıktır, Feridun Andaç, 2020, Eksik Parça Yay., 352 s. 

2 Off-Modern Mimarlık, Svetlana Boym, Çev.: Cemal Yardımcı, 2020, Lemis Yay., 86 s.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Anlatısız toplum 19 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları