Bu bir Fransız hastalığı değil

06 Temmuz 2023 Perşembe

Fransa’da patlak veren protesto ve isyan eylemleri yatışırken, hemen her yerde ırkçı şoven milliyetçi akımların, “bizde de olabilir” korkusunu körükleyerek taraftar kazanmaya çalıştığı görülüyor.

AKP Türkiye’sinde de yazarlar, siyasetçiler, Fransa’daki olaylarla nüfusu 8-10 milyon arasındaki sığınmacının getirdiği demografik, kültürel etkiler arasında benzerlikler buluyor, kaygılanıyorlar. Ancak Fransa’da ayaklananlar “sığınmacı” değil Fransız vatandaşları. Ayaklanma özünde “artık nüfus” sorunuyla ilgili.

ARTIK NÜFUS SORUNU 

Kapitalist üretim tarzının tözü artık-değerdir. Artık değer üretimine katılamayan üretim araçları değersizleşir. İstihdam edilemediği için artık değer üretimine katılamayan nüfus da sermaye açısından “değersiz” bir “artık-nüfus”tur. Burada üretim araçlarına sahip olmayan, istihdam edilemeyen, ücreti/geliri olmadığından tüketici olarak artık-değerin değerlenme sürecine katılamayan bir nüfustan söz ediyoruz. Bu, biyolojik varlığını, kültürünü, kapitalizmin yerleşik kuralları, yasaları ve egemen ideolojisi dışında ve onlara karşın ama onlardan etkilenmekten kaçınamadan gerçekleştirmeye çalışmaktan başka bir seçeneği olmayan bir nüfustur. “Suç” ya da kimi zaman “isyan”, sınıflar skalasının en altında, “kapitalist toplumun” yarı dışında yaşamak zorunda bırakılan bu nüfusun bir var oluş biçimidir.

“Artık nüfus” sorunu kapitalizmin “yapısal kriz” dönemlerinde daha da ağırlaşır. Kapitalist toplumu (artık değer üretimini) tehdit eden boyutlara ulaşmaya başlar. Geçmişte kapitalist devlet bu soruna, kabaca üç yöntemle müdahale ediyordu: (1) Zorunlu çalıştırma, hapsetme, sömürgelere gönderme. (2) İmha etme (3) Sanayi ve ticaret alanında korumacılık, sosyal reformlarla düzene entegre etme. 

Birinci yönteme örnek: 19. yüzyılın başından 1870’e kadar Avrupa’dan Amerika’ya ve sömürgelere göç edenlerin, sayısı yaklaşık 300 bin kişi iken, 1870-1910 arasında (büyük depresyon, liberalizm, finansallaşma, küreselleşme döneminde) 1.5 milyona yaklaşmış. Aynı dönemde, İngiltere’de hapishane nüfusu 1830’larda 30 binlerden 1880’lerde 70 binlere ve 1900’lara gelindiğinde 100 bine tırmanmış. Belçika genel grevi, Paris Komünü katliamlarını, Amerika, Avustralya, Yeni Zelanda, Kongo soykırımlarını da ikinci yöntem içinde düşünebiliriz. II. Dünya Savaşı sonrası gelişen “sosyal devlet” anlayışını, işsizlik yardımlarını, büyük sendikalarla işkolu düzeyinde ücret pazarlıklarını da üçüncü yöntem olarak...

Yaklaşık 40 yıldır kapitalist toplumlar, yine 19. yüzyılın (neo) liberal küreselleşmeci modeliyle yönetiliyorlar; “artık nüfus” sorunu yine alevlendi. Bu kez, liberalizmin saldırıları altında yıkılan refah-devletinin enkazına, giderek hızlanan otomasyon, iklim krizi, gıda-su krizleri, yerel savaşlarla yıkılan ekonomilerin “değersizleşen” nüfusu eklendi: Eski sömürgelerdeki nüfus, yaşam koşullarını kaybettikçe merkez ülkelere sığınmaya başladı. Gelenler artık değer üretimine aynı hızla entegre edilemediği için “artık nüfus” sorunu, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla birlikte daha da ağırlaştı.

Bu “artık nüfus” sorunu değişik oranlarda, tüm kapitalist ülkelerde ağırlaşıyor. Türkiye kapitalizmi, neoliberalizmin çökerttiği tarım alanlarından kentlere göçmüş bir “artık nüfusu”, sığınmacılar gelmeden çok önce üretmişti; şimdi bu “artık nüfus” sığınmacıların eklenmesiyle hızla büyüyor. 

“Sığınmacılar” vurgusuyla öne çıkarılan sorunlar, aslında kapitalizmin, “artık-nüfus” üretme eğiliminin, bu eğilimi derinleştiren gelişmelerin dışavurumlarıdır. Kapitalist birikim sürecine entegre edilemeyen “artık nüfus” hemen her yerde, bu arada da yerli “artık nüfusa” eklenmiş büyük bir sığınmacı nüfusunu yönetemeyen AKP Türkiye’sinde de giderek artacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları