Adalet reformu (!) habercileri

07 Şubat 2021 Pazar

İktidar, Sözde Adalet Reformu konusunda “bilmem kaçıncı” paketi hazırladığını ilan etti ama reform uygulamaları şimdiden başlamış görünüyor:

Sanıyorum Reformun en önemli adımı, tek bir cümlede, AİHM kararlarına karşı yürütülen Kavala davası ile Boğaziçi’ndeki Anayasal, Demokratik ve Barışçı Direniş arasında ilişki kurmak oldu.

Elbette iktidar bu adımla da yetinmedi:

Hukuksal bir dava ve bu dava ile uzak yakın ilişkisi olmayan bir akademik direniş olayını, bireysel sorumluluk yerine, “aile boyu sorumluluğu” ön plana çıkararak birbirine bağlarken, “suçun ve cezanın şahsiliği” ilkesini de deforme, pardon, reforme etti.

(Bu ilkeyi bilmeyenler veya unutanlar için şöyle özetleyelim:

“Suç ve Cezanın Şahsiliği İlkesi

Çağdaş maddi ceza hukukunun en önemli ilkelerinden biri suç ve cezanın şahsiliği ilkesidir.

Bu kural gereğince, kişi ancak kendisinin işlediği fiiller nedeniyle sorumlu tutulabilir, başkasının işlediği fiillere iştirak etmedikçe sorumlu tutulamaz.”)

Üstelik birbirinden tamamen farklı iki ayrı olay arasında, aile üzerinden bağlantı kurarken, değerli bir bilim insanını da “kadın olduğu için” kimliksizleştirdi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” denilen Ucube Rejim bağlamında, yasama, yürütme ve yargı erklerinin başından gelen mesaj şöyleydi:

Şu Osman Kavala denilen bu ülkede Soros adeta ofisi olan temsilcisi olan kişinin karısı da yine aynı şekilde Boğaziçi Üniversitesi’nde bu provokatörlerin içerisinde yer alan bir kadındır.

Sözü edilen kişi, birçok ödül sahibi olan ünlü bilim insanı Prof. Dr. Ayşe Buğra’dır.

Aslında aile ilişkisi ile tanımlanması gerekirse, (kimse, özellikle Osman Kavala, kusura bakmasın) eşinden önce babası ile anılmak gerekir:

Ünlü romancı Tarık Buğra’nın kızıdır.

Ama Demokratik, Barışçı ve Anayasal olduğu için hiçbir biçimde suç teşkil etmeyen bir eylem yapan direnişçilerin politikacılar tarafından haksız ve hukuksuz biçimde provokatörlükle itham edilmesinden sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olduğu için “Provokatörlerin içinde yer aldığı” iddia edilerek suçlanan bu seçkin kişi, zaten gerek evlat gerekse eş kimliğini çoktan aşmış, ciddi bir akademik başarı çizgisini ve bilim insanı ününü yakalamış bir kadındır.

***

Elbette “bilmem kaçıncı” “Sözde Reform Paketi” ilan edilmeden önce kamuoyuna yansıyan uygulamalar yukarıdaki bu örnekle de sınırlı değil; hemen akla gelen örnekler şunlar:

1) Anayasa Mahkemesi’nin birinci kararının uygulanmamasından sonra, Enis Berberoğlu hakkında verdiği ikinci kararın gerekçesinin açıklanarak kararın uygulanması için TBMM’ye ve ilgili mahkemeye yollaması ve bu kararın hâlâ uygulanmamış olması.

2) Siyasal iktidarın telkinleri paralelindeki uygulamalarıyla ünlü bir savcının hızla Yargıtay üyeliğine atanması ve burada hiç görev yapmadan Anayasa Mahkemesi’ne seçilmesi.

3) Soma’daki iş kazası denilen işçi kırımı davasında karar veren Yargıtay Dairesi’nin üç üyesinin değiştirilmesi ve cezaların hafifletilmesi.

4) AİHM, Kavala’nın tutukluluğunun sona erdirilmesine karar verince, derhal bir “Casusluk” iddiasının oluşturulmuş ve tahliyesinin engellenmiş olması.

Üç yıldan uzun süredir tutuklu olan iş insanı Osman Kavala’nın “casusluk” ve “darbe teşebbüsü” suçlamasıyla yargılandığı yeni dosyanın Gezi davasıyla birleştirilmesi.

Bu arada Gezi Davasında verilen beraat kararının da bozulması.

5) Selahattin Demirtaş’ın AİHM kararına rağmen mahpusluğunun sürmesi.

6) Gazeteciler, OdaTV Ankara Haber Müdürü Müyesser Yıldız ile TELE 1 Ankara Temsilcisi İsmail Dükel için yaptıkları haberler nedeniyle toplam 31 yıl 6’şar aya kadar hapis cezası istenmesi.

7) Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, Erdoğan/AKP iktidarını eleştirdiği için 100 bin lira tazminata mahkûm olması; böylece Demokrasinin olmazsa olmaz koşulu olan “Muhalefet, Eleştiri ve İfade Özgürlüğü”nün sakatlanması. 

8) Kılıçdaroğlu’na yapılan linç saldırısının hafife alınması ve soruşturma ile kovuşturmanın savsaklanması.

Bir örgütlü suç liderinin Kılıçdaroğlu’nu tehdidi ve soruşturmanın savsaklanması.

9) Barışçı, Demokratik ve Anayasal hak olarak yapılan Boğaziçi Üniversitesi direnişinde öğrencilerin, politikacılar tarafından “terörist” olarak suçlanmaları.

10) En üst makamlar tarafından LGTBİ+ grubuna karşı dile getirilen nefret söylemleri ve bu söylemlerin müeyyidesiz kalması.

11) Cumhuriyet gazetesi mensuplarının ilgisiz oldukları terör örgütleriyle mesnetsiz ilişki suçlamalarının hâlâ karara bağlanmamış olması.

12) Emin Çölaşan, Necati Doğru gibi ömürleri boyunca Cemaat ile mücadele etmiş olan SÖZCÜ gazetesi mensuplarına FETÖ suçlaması.

13) Eşi tarafından kelepçe takılarak çıplak şekilde saatlerce dayak atılan, işkence ve dayaktan gözleri şişen ve morluklar oluşan, elinde tüfekle beklerken kocası döndüğünde çıkan boğuşmada onu öldüren Melek İpek için ömür boyu hapis istenmesi.

14) Kızına “cinsel istismarda bulunan” (tecavüzün kibarcası olsa gerek) babanın tahliyesi.

15) Eşini korkutarak ölümüne yol açan kocanın sadece 6 gün hapiste kaldıktan sonra salıverilmesi.

16) Birçok davada kadın katillerine, çeşitli nedenlerle ceza indirimleri uygulanması.

17) Anneleriyle birlikte hapiste yaşayan bebeklerin durumu.

18) Tahliye edilmeleri gereken ağır hastaların durumu.

19) Beraat eden KHK’lilerin göreve iadelerinin sağlanmamış olması ve KHK’lilerin başvurularının savsaklanması.

***

Sevgili okurlarım, yukarıdaki örnekler moralinizi bozmasın:

Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin kurduğu Hukuk Devleti’ne bağlı savcı ve yargıçların çoğunlukta olduğunu, bugünkü durumun, politikacıların yargıya müdahalesi sonunda ortaya çıktığını ve bu “ucube rejim” düzelince, yargı bağımsızlığının ve adaletin yeniden ihdas edileceğine inanıyorum.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yeni anayasa tuzağı 19 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları