Doğan Satmış

Türkiye bunu hak etmiyor

27 Şubat 2016 Cumartesi

Anayasa Mahkemesi’nden daha üstte bir mahkeme var mı? Yok.
Yüce Divan olarak yargılama görevi de onun. Ve verdiği kararın temyizi de yok.
Ne dedi Anayasa Mahkemesi?
Bir: Can Dündar’la Erdem Gül’ün tutukluluğu ile “Kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı” ihlal edildi.
İki: “İfade özgürlüğü” ihlal edildi.
Üç: “Basın özgürlüğü” ihlal edildi.
Üç ağır ihlal var. Ve ihlallerin üçü de anayasal. Yani anayasanın maddeleri ihlal ediliyor.
Peki, ne oldu?
Türkiye’nin en üst mahkemesinin “Serbest bırakın” kararına rağmen iki gazeteci saat 18.00’den ertesi günün sabahı saat 03.15’ine kadar serbest bırakılmadı.
En büyük mahkemenin kararına rağmen, anayasanın 3 maddesi saatlerle ihlal edilmeye devam etti.
Bu yüzden Can Dündar’la Erdem Gül’ü cezaevi önünden almaya giden aileleri, arkadaşları, meslektaşları, halk saatlerce orada bekledi.
Şubat soğuğunda, açık havada, aç susuz, çamura batılmasın diye mıcır dökülmüş bir alanda, ayakta...
Tuvalet derseniz o da yok, kadınlar bile nöbetleşe tarlalara daldı.
Bir de, babaları 3 aydır evden uzakta iki küçük çocuk, taa Ankara’dan geldiler, üşümesinler diye otomobil içindeler...
Tabii bunlar, başımıza geldiği için bizim tanık olduklarımız. Yoksa Silivri Cezaevi’nde sıradan manzaralar. 15 bini aşkın tutuklu ve hükümlü olduğu söylenen ve gece ışığa boğulmuş toplama kampını andıran devasa cezaevinin önünde her gün yaşananlar.
Ambulansların biri gidiyor, diğeri geliyor bu saatler boyunca.
Kapısında kum torbaları ile tahkim edilmiş nöbetçi kulübeleri içinde, başlarında kaskları ile gencecik Mehmetçikler ise sessizce olanı biteni izliyor. Belli periyotlarla nöbetçiler değiştiriliyor.
Cezaevi önündeki iki büfe, sağolsunlar, sabaha kadar açık kaldı, kalabalığa cansiperane hizmet etti.
İşte 2016 Türkiye’sinin, İstanbul’unda önceki gece yaşanlar bunlar.
Hak ediyor mu Türkiye böyle bir manzarayı?
2 bin yıllık kadim İstanbul, bu kadar hukuksuzluğu, küçük çocukları sabahlara kadar soğukta babalarını bekletme manzaralarını, çişi gelen kadınları gece yarısı tarlalara yollayacak kadar çağdışılığı, bu kadar nobranlığı hak ediyor mu?
Bizce hak etmiyor.
İnsanlığın 150 bin yılda geldiği uygarlığın, hakkın, hukukun, adaletin, kültürün, demokrasinin, tek bir sonucu var.
İnsanların birbirlerini öldürmeden, karınlarını doyurması. Çıkarın hakkı, hukuku, adaleti, demokrasiyi, insan haklarını, uygarlığı, geriye vahşi yaratıklar kalır.
Başka bir tanımla: Gücü yetene.
İşte böyle olmasın diye dünyada anayasalar var, yasalar var, kanunlar, yargıçlar var; meclisler var.
Eğer bunları yok sayarsanız, önceki gece yaşadığımız manzaralar kalır.
Ama Türkiye bunları hak etmiyor.

‘Artık özgürsün’
Gerçek öyküye dayanan ve Türkiye’de “Babam İçin” diye gösterilen 1993 tarihli “In The Name of the Father” filminden aklımda kalan tek sahne vardır:
İrlanda Kurtuluş Ordusu adına bomba patlatıp masum insanları öldürmekle suçlanan 4 kişi ve bunlardan birinin babası haksız yere tutuklanırlar. Bombayı koyan onlar değildir ama 15 yıl yatarlar. Çünkü İngiliz polisi böyle uygun görmüştür.
Sonunda masum oldukları anlaşılır.
Yargıç, “Özgürsünüz” dediği anda sanıklar mahkeme salonundan ellerini kollarını sallayarak serbestçe çıkarlar.
Gerçi 15 yıl yaşlıdırlar ama olsun, alınları aktır.
O sahne, “İşte adalet bu” dedirtmişti. Umarım bizde de adalet böyle tecelli eder bir gün.
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Volkan nasıl patladı? 21 Haziran 2016

Günün Köşe Yazıları