Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

'Pazar'lık

16 Haziran 2013 Pazar

“Parlamentodan her zaman ‘demokrasi’ çıkmaz; ‘halkoylamalı otoriterizm’ (plesibiter otoriteryenizm) de çıkar, 19. yüzyılın ikinci ve 20. yüzyılın birinci yarısı bunun çok sayıda örneğiyle doludur. Evrensel demokrasinin içselleştirilmediği, modernleşme sürecinin çeşitli nedenlerden ötürü akamete uğradığı toplumlarda parlamenter-demokratik yöntemle işbaşına gelmiş yönetimler, liderler kolayca despotlaşırlar ve giderek otoriterleşirler. Türkiye’de bugün görünen durum budur.”

\n

Bu alıntıyı 5.6.2013 tarihli “Halkoylamalı Otoriterizm” başlıklı yazımdan yaptım. Bu yazıda da işaret edildiği gibi Taksim Gezi Parkı’na ilişkin olarak Başbakan’ın, “Yargı sürecinin Topçu Kışlası’nın yapımına yeşil ışık yakması durumunda bunu İstanbul’da plesibiteye (halkoylamasına) götürürüz” açıklamasında “Aman ne güzel!” denecek bir yan yoktur. Referandum/plesibit/halkoylaması çağın gerisinde kalmış otoriter rejimlerin bugün de sıkça başvurdukları uygulamalardır.
Başbakan’ın
“Diktatörler halkoylaması yaparlar mı?” retoriği de doğruyu yansıtmayan bir laf ebeliğidir. Örneğin, Irak eski diktatörü Saddam “kendini” 1995 yılında ilk kez halkoylamasına sunduğunda, yüzde 99.96, 2002 yılında ikinci kez sunduğunda ise yüzde 100 oranında oy alarak Başkan “seçilmiştir”. Etiyopya 1993 yılında, Sudan da 2011 yılında yapılan halkoylamalarıyla parçalanmış, ikiye bölünmüşlerdir.

\n

***

\n

İktidar çevreleri kendilerine karşı düzenlenen gösterilerde yer alan gençleri “marjinallik”, “vandallık”, “anarşistlik” ile suçladıklarında gözlerimin önüne gençlik yıllarımdan insan yüzleri geliyor. Joschka Fischer örneğin… Stern dergisi onun 1974 yılında bir sokak gösterisinde polislerle boğuşurken çekilen fotoğraflarını yayımladığında çok sayıda Alman şaşırmıştı; “Nasıl olur? Bu bizim dışişleri bakanımız, başbakan yardımcımız değil mi” diye. Herhalde yine birçok Fransız ve Alman Avrupa milletvekili “Kızıl Dany” lakaplı Daniel Cohn-Bendit’i parlamento kürsüsünde ilk kez konuşurken gördüklerinde benzer bir şaşkınlığı yaşamışlardır. Öyle ya, 1968 yılında koca Fransa’nın altını üstüne getiren o değil miydi?
1970’lerin başında Söke dağlarına çıkan, bir mağarada barınmaya çalışan dört genç adamı anımsıyorum. Dördü de aranıyordu; daha sonra ikisi yurtdışına gitmeyi başardı, ikisi yakalandı. Aradan birkaç yıl geçti, 1974 affıyla birlikte yurtdışına gidenler döndüler, cezaevindekiler çıktılar. Biri
“anayasa profesörü”, biri “baro başkanı”, biri “tarih profesörü”, bir diğeri de ünlü bir “araştırmacı yazar” oldu. Böyle yüzlerce, binlerce örnek var. Adam olacak çocuk… durumu yani.

\n

***

\n

Geçen çarşamba günkü “Teyakkuz” başlıklı yazımda vahim bir hata yapmışım. “Yeni Şafak gazetesinden Meltem Arıkan’ı kutluyorum. Gerektiğince teyakkuz halindeki yazarımız aylar öncesinde Mehmet Ali Alabora ve Pınar Öğün tarafından sahnelenen Mi Minör oyununun ‘Gezi protestolarının provası olduğunu’ ileri sürüyor…” diye devam eden paragrafta “Yeni Şafak gazetesinden Kezban Bülbül yazacağım yerde Meltem Arıkan yazmışım. Meltem Arıkan, bilindiği gibi roman, öykü, tiyatro, araştırma dallarında ürün veren değerli bir yazarımız, aynı zamanda da “Mi Minör” oyununun yazarı. 2004 yılında “Yeter Canımı Acıtmayın” yapıtıyla Türkiye Yayıncılar Birliği’nin Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü’nü aldığında yürekten alkışladığım, çalışmalarını artan saygılarımla izlediğim Meltem Arıkan’dan özür diliyorum.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları