Celal Üster

2017’de ‘1984’...

02 Şubat 2017 Perşembe

Demek, bir politikacı, hoşuna gitmeyen gazetecileri mahkemeye vermekle tehdit ederek, medyanın seçim kampanyasına çamur attığı yolunda komplo teorileri saçarak, seçim konuşmalarında habercilerden “pislikler” ve “reziller” diye söz ederek, kadınları, Siyahları ve Beyaz olmayan herkesi aşağılayarak, düşünce özgürlüğü ve insan haklarını ayaklar altına alan tehditler savurarak başkan seçilebiliyormuş.
Söze böyle girdiğime bakmayın, ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump üstüne politik bir yazı yazmaya hiç niyetim yok. Hem fazlasıyla yazılıp çizildi, hem de benim işim değil.
Yine de, Trump’ın başkanlığının ilk gününde, yalnızca ABD’nin belli başlı kentlerinde değil, Londra’da, Paris’te, Sydney’de, Berlin’de milyonlarca insanı “Beyaz faşist” iktidara karşı meydanlara döken Kadın Yürüyüşü’nün, sonrasında da dinmek bilmeyen protesto eylemleri ve gösterilerinin gönlümü şenlendirdiğini söylemeliyim.
Ama ben aslında bir kitaba değinmek istiyorum. Haberini okumuşsunuzdur: George Orwell’in “1984” adlı romanının ABD’deki satışları, Trump’ın (ne tesadüf ki İngiliz argosunda “yellenmek” anlamına gelir!) işbaşı yapmasıyla birlikte doruğa tırmanıverdi.
Neden derseniz: ABD’li gözlemciler ve yorumcular, Trump ve danışmanlarının söyledikleri yalanları “alternatif gerçekler” diye savunmaları ile “1984”ün karanlık dünyasında iktidarı ellerinde tutanların halka daha rahat hükmedebilmek için Eskisöylem’de “gerçeklik denetimi”, Yenisöylem’de “çiftdüşün” denen bir işlemi dayatmaları arasında bir paralellik kurdular da ondan.
İnsanların ağır baskılar ve sıkı bir denetim altında yaşadıkları bir gelecekte geçen “1984”te, gerçekliğin ve bağımsız düşüncenin yok edilebilmesi için bellekten ve geçmişten yoksun bir toplum yaratılır.
Eskisöylem tümden unutulduğu, Yenisöylem tümden benimsendiğinde, her türlü “sapkın düşünce”nin önü alınmış olacaktır.
Sözün kısası, artık gerçeklerin yerini iktidarın “alternatif gerçekleri” alacaktır...
“1984”ün çevirmeni olmama karşın, ne zaman bir diktatörlük girişimiyle, zorbalık yönetimiyle karşı karşıya kalınsa, her seferinde insanların yeniden bu kitabı okumaya yönelmelerine şaşırmadan edemiyorum.
Orwell “1984”ü yazdığında, Batı dünyasında romanın aslında Sovyetler Birliği’ndeki Stalin yönetimine bir yergi olduğunu ileri sürenler çoğunluktaydı.
Belki Stalin yönetiminin totalitarizminin de izdüşümü vardı “1984”te anlatılan toplumda.
Ama daha çok, dönemin Batı’daki ve Doğu’daki toplumlarının bağrında yatan olası tehlikelerin bir izdüşümüydü “1984”.
Aslında “1984”, okuyucuyu geçmişin, belleğin, düşünmenin, dilin, başkaldırının, aşk ve erotizmin yok edildiği bir toplumda yaşanan insanlık karabasanıyla yüz yüze getirdiği için yayımlandığı 1940’ların güncelliklerinin çok ötesinde bir yapıttı.
Bu karabasanın ürkünç labirentinde yolumuzu ararken, içinde yaşadığımız dünyanın önyargıları, hoşgörüsüzlükleri, bağnazlıkları, zorbalıkları, kayıtsızlık ve horgörüleri çıkıyordu karşımıza.
Evet, Orwell’in bu kitabı yalnızca geleceğe ilişkin değil, günümüze ilişkin de bir uyarıydı. Belki de, gelecek şimdi olduğunda artık çok geç olacağına ilişkin bir uyarı. “
1984”ün toplumunu yöneten partinin üç sloganı, “Gerçek” Bakanlığı’nın kocaman binasının beyaz cephesinde yazılıdır:
“Savaş barıştır – Özgürlük köleliktir – Cehalet güçtür...”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Irgat’ın Türküsü 14 Mayıs 2018

Günün Köşe Yazıları