Barış Doster

Kanun devletinden kararname devletine

12 Haziran 2019 Çarşamba

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin yürürlüğe girmesinden itibaren geçen bir yıllık sürede Cumhurbaşkanlığı’nın kararname, Meclis’in kanun çıkarma performansı arasında görülen fark, bu sistemi eleştirenlerin ne kadar haklı olduğunu bir kez daha gösterdi, hem de sayılarla. Şöyle ki; yeni sistemin yürürlüğe girmesinden bu yana, Cumhurbaşkanı 37 kararnameyle, 1880 maddelik düzenleme yapmış. TBMM ise 11 uluslararası anlaşma dahil, 503 maddelik 32 yasa önerisini kabul etmiş. Üstelik kabul edilen yasa önerilerinin çoğunluğu “torba teklif” olarak TBMM gündemine gelmiş. Bu tablo, hukuk devleti ölçütlerinin uzağına düşen ülkemizin, kanun devleti olmaktan da çıktığını, kararname devletine dönüştüğünü ortaya koyuyor.
Hukuk devleti-kanun devleti, anayasal devlet-anayasalı devlet tartışmalarına girmeden, şunu kabul edelim. Hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, yargıç güvencesi, devletin her türlü eylem ve işleminin hukuka dayanması ve yargısal denetime açık olması, Anayasa Mahkemesi, özerk kurumlar, planlama, sosyal devlet deyince, akla 1961 Anayasası gelir. Tarihimizdeki en toplumcu, katılımcı, özgürlükçü, demokrat anayasadır. Sonrası malum. Önce 12 Mart 1971 muhtırası, ardından 12 Eylül 1980 darbesi... Sonuçta Türkiye, hukuk devleti olma yönünde 1961’de yaptığı atılımın çok gerisine düşmüştür.
“Yetmez ama evet” diyenlerin, numaracı Cumhuriyetçilerin, her iktidarın şakşakçısı liberallerin, 1980’lerde Turgut Özal’ı, son 17 yıldır mevcut iktidarı destekleyenlerin, ideolojisiz anayasa isteyenlerin, büyük sorumluluğu vardır mevcut tabloda. Çünkü bu kadro şu en temel gerçekleri bilmez: Anayasalar; diğer tanımlarının yanında, devleti hukukla sınırlandıran temel yasalardır. Devletin ideolojik temelini, stratejik yönelimini belirleyen; devletin toplumla, yurttaşla ilişkilerini düzenleyen metinler olarak, doğaları gereği ideolojiktirler. İdeolojisiz anayasa istemek, yumurtasız omlet istemeye benzer. İdeal bir anayasa; devletin egemenliğini, hukukun üstünlüğüyle sınırladığından, çağdaş bir devlette milli egemenlik, hukukun üstünlüğüyle birlikte tecelli eder. Devletin demokratikleşmesi, kurumların kurumsallaşması için hukuk şarttır.

1961 Anayasası ve anayasaya aykırılık itirazı
Geçen hafta (05.06.2019) bu sütunda görüşlerine başvurduğum hocam Prof. Dr. Rona Aybay, 1961 Anayasası’nın, “anayasaya aykırılık itirazı” açısından önemli bir yönüne değinmişti. Aybay, şu bilgiyi de paylaştı:
1961 Anayasası döneminde, yargıçlarımızca, ‘anayasaya aykırılık itirazı’ yoluyla, Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmiş çok sayıda dosya vardır. Benim, ‘Memur Yargıçlar’ adlı makaleme yaptığım göndermede ayrıntılarına değindiğim konu; bu yoldan Anayasa Mahkemesi’ne gönderilmiş dosyalarla ilgili kararın, belli bir süre (3 ay; 1971 değişikliğinden sonra 6 ay) içinde verilmemesi halinde, yargıcın anayasaya aykırılık iddiasını ‘kendi kanısına göre’ çözüme bağlayarak davayı yürütmesidir. Yargıçlarımız, Anayasa Mahkemesi’ne gönderdikleri dosyanın 3 ayı (6 ayı) çok aşan sürelerde bile Anayasa Mahkemesi’nce karara bağlanmaması durumlarında bile bu yetkiyi kullanmamışlardır”.
Kısacası; katılımcı, toplumcu, demokrat, özgürlükçü bir anayasa; kuvvetler ayrılığının sözde değil özde egemen olduğu bir rejim; bilinçli yurttaş, örgütlü toplum gerektirir.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları