Barış Doster

Cep yakan faturalar ve ekonomik tercihler

02 Şubat 2022 Çarşamba

Hayat pahalılığı, işsizlik, yoksulluk var gündemin ilk sırasında. Bunlar yetmezmiş gibi, benzin ve motorine gelen zamlar da üretime ve nakliyeye yansıdığından, iğneden ipliğe tüm ürünlerin fiyatını artırıyor. Dahası var. Kış koşullarında milletin belini daha da büküyor yüksek doğalgaz ve elektrik faturaları. Devlet borçlu, yurttaş borçlu, özel sektör borçlu.   

Gençlerin büyük bölümü, yurtdışına gitmenin yollarını arıyor. Geleceğini Türkiye’de değil, gurbette görüyor. Bu şartlarda, iktidarın ekonomiye ilişkin söz ve vaatleri de etkili, inandırıcı olmuyor. Vaatler, emekçilerin cebine yansımıyor çünkü. Hele bir de paralı yollara, köprülere ödenen yüksek geçiş ücretleri var ki halkın öfkesini artırıyor. Bu yolların yapımında belli şirketlerle imzalanan özel, imtiyazlı anlaşmalar, döviz cinsinden, geçiş garantili ödemeler, tepkiyi büyütüyor.   

Türkiye bu yoksulluğu kader olarak görmek zorunda değil elbette. Eğer ekonomisini, ulaşımını, tarımını, sanayisini, enerjisini, nüfusunu planlayabilirse bu sarmaldan kurtulması mümkün. Bakın ne diyor daha 1930 yılında, ulaşımın önemi konusunda Gazi Mustafa Kemal Atatürk: “Ekonominin gelişmesinde başlıca gerekli olan yollar, demiryolları, limanlar, kara ve deniz ulaştırma araçları, milli varlığın maddi ve siyasi kan damarlarıdır, refah ve kuvvet aracıdır.”  

ÜRETİMDEN KOPMANIN BEDELİ  

Türkiye’de devlet büyük ölçekli sanayi tesisi kurmuyor, kuramıyor. Tersine elde kalan son kamu iktisadi teşebbüslerini de (KİT) özelleştiriyor. Özel sektörün de gücü sınırlı. Üretimden değil, paradan para kazanmayı yeğliyor. Kârını azami kılmaya çalıştığından risk almıyor. Yatırım ve üretim maliyetlerine katlanmak istemiyor. Kalkınmada öncelikli yörelere yatırım yapmaktan, fabrika kurmaktan, istihdam yaratmaktan uzak duruyor. Türkiye’nin önde gelen özel şirketleri arasında kaynağını, yatırımını, üretimini, şirket merkezini yurtdışına taşıyanların sayısının arttığını yazıyor gazeteler.  

Oysa Türkiye’nin planlama ve sanayileşme deneyiminde, kalkınmaya koşut biçimde devlet, taşımaya ve ulaştırmaya önem verirdi. Yerli kaynakları kullanırdı önce. Su gücüne (barajlar), madenkömürüne öncelik tanırdı. Bunlar, yerli olmaları yanında, maliyette tasarruf sağlarlar, bu yolla sanayiye kaynak aktarımında işlevsel olurlardı. Türkiye tarımda da çok ileri olmasa bile kendi kendini beslerdi, karnını doyururdu. 

Günümüzde ise enerjide tablo karanlık, dışa bağımlıyız. Tarımda da öyle. Ülkemizde yerli tohum neredeyse kalmadı. Gübre, aşı, ilaçta da yabancılar egemen iç piyasaya. Dünyada tohum pazarında beş büyük firmanın borusunun öttüğünü düşünürsek, Türkiye’nin ne kadar büyük bir açmazda olduğunu daha iyi anlarız. Tohum konusunda araştırma yapmanın yüksek maliyetine de (100 milyon doları bulan Ar-Ge yatırımları söz konusudur) özel sektör katlanamaz kolay kolay.    

Peki, çözüm ne?  

Kamuculuk, planlama ve üretim ekonomisi elbette. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları