Barış Doster

ABD baskısıyla geri adım atmak

19 Ekim 2019 Cumartesi

Türkiye’nin, Suriye’nin kuzeyinde, PKK-PYD-YPG terör örgütüne karşı düzenlediği Barış Pınarı Harekâtı’na ABD’nin baskısıyla ara verildi. ABD, “kara gücüm” dediği terör örgütünü 120 saat içinde güvenli bölgenin dışına çıkaracağını ve Türkiye’ye konan yaptırımları kaldıracağını açıkladı. Böylelikle ABD’nin, Türkiye üzerindeki nüfuzu bir kez daha görüldü. PKK ve uzantısı terör örgütlerine desteğinin devam edeceği de.
ABD’nin, başından beri karşı olduğu Barış Pınarı Harekâtı’nı bir an önce sonlandırmak için Türkiye’ye her türlü baskıyı yapacağı da, yaptırımları artıracağı da, Türkiye’nin bu baskılara uzun süre direnemeyeceği de baştan belliydi. Özellikle de kırılgan ekonomisi nedeniyle. Öyle de oldu. Türk ve ABD’li heyetler arasında görüşmenin yapılacağı perşembe günü, ABD Başkanı Donald Trump’ın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a 9 Ekim 2019 tarihinde, yani harekâtın başladığı gün yolladığı mektup, ABD’de basına sızdırıldı. Üslubu son derece kaba, küstah, çirkin, ağır olan mektup, bu açıdan 5 Haziran 1964 tarihli ünlü Johnson Mektubu’nu çağrıştırıyordu. İçerik olarak da Türkiye’yi tehdit ediyordu. Mektupta, Rahip Brunson olayını anımsatan Trump, sıkça yaptığı üzere, Türk ekonomisini çökerteceğini vurguluyordu. PKK-PYDYPG mensubu bir teröristten, “general” diye bahsediyordu. Bu teröristin Trump’a yazdığı mektubu da, kendi yazdığı mektuba ekleyerek Erdoğan’a yolluyordu. Yani, Türkiye ile terör örgütü arasında arabuluculuğa soyunuyordu.

Usul esastan önce gelir
Türkiye ve ABD arasında, mektubun yarattığı psikolojik ve diplomatik gerilimin gölgesinde başlayan müzakereler, toplam 4 saat 20 dakika sürdü. Görüşmelerde şekil açısından ilk dikkat çeken, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, ABD Başkan Yardımcısı Mike Pence ile 1 saat 40 dakika görüşmesiydi. İkincisi, heyetler arası görüşmelerde, ABD Başkan Yardımcısı’nın, masanın başında, tam Erdoğan’ın yanında oturmasıydı. Oysa protokoldeki yeri, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın karşısıydı. Diplomaside de, aynen hukukta olduğu gibi, usul esastan önce geldiğinden, bu oturma düzeni yanlıştı. ABD Başkan Yardımcısı haddini aşmıştı. Ama haddi bildirilmemişti.
Askeri harekât çok başarılı şekilde sürerken, teslim olan terörist sayısı artarken, ABD’nin baskısıyla harekâta ara verilmesi, Türkiye için iyi olmadı. Hedefine tam ulaşamadan ara verilmesi, politik olarak da Türkiye’nin elini zayıflattı. Zira ABD, “kara gücüm” dediği terör örgütünü, 444 kilometre uzunluğunda, 32 kilometre derinliğinde olan güvenli bölgenin (ABD buna tampon bölge diyor) güneyine nakledeceğini açıkladı.
Türkiye açısından başka kabul edilemez durumlar da vardı. Örneğin, ateşkesin iki meşru güç arasında yapılan bir eylem olduğunu çok iyi bildiği halde ABD heyeti, harekâta ara verilmesini ısrarla “ateşkes” olarak tanımladı. Böylece terör örgütünü meşru bir güç olarak gördüğünü ve ona Türkiye ile eşit muamele yaptığını bir kez daha kanıtladı. Müzakereler sonrası açıklanan 13 maddelik uzlaşma metnine göre ABD, terör örgütüne verdiği ağır silahları toplayacağını, mevzilerini imha edeceğini kabul etti. Oysa ABD’nin teröre verdiği destek konusundaki sicili, sözünü tutmayacağının garantisi olarak önümüzde duruyor. Bunlar yetmezmiş gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 13 Kasım’da ABD’ye yapacağı ziyaret de teyit edildi.
Sonuçta, ABD küstahlığını sürdürdüğü gibi, istediğini de aldı. Türkiye ise geri adım attı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları