Bağış Erten

Yasımı tutacaksınız

05 Ekim 2016 Çarşamba

Bu hep böyledir. Yaptığın işi yazıtura keskinliğine indirgiyorsan, kılıçla yaşarsın, kılıçla da ölürsün. Hele de işin tabiatı böyleyse. Ama sen inatla buna karşı durup, o işe başka anlamlar atfediyorsan, bunu bir ân’a değil, süreç’e dönük tanımlıyorsan o zaman değerlendirmeler de gevşer, yargılar da. Başarı değil kültür yaratırsın. Kültür başarı’yı her zaman aşar geçer. Bunun tercihini bazen kendin belirlersin, bazen de içinde yaşadığın koşullar. Yazının bu teorik girişini bir cümlede futbola tercüme edeyim: Wenger olmak da, Ferguson olmak da, Mourinho olmak da senin tercihindir.

Başarısıza prim yok
Dominique Lapierre ve Larry Collins imzalı bir döneme damga vurmuş o müthiş romandan, “Yasımı Tutacaksın’dan o unutulmaz sahneyi hatırlayalım. Akşam vahşi boğa Impulsivo’nun önüne çıkacak olan efsane Matador El Cordobes daha kitabın başında sevdiceğine döner ve der ki “Ağlama Angelita; ya sana bu akşam bir ev alacağım ya da yasımı tutacaksın...” Futbolda da durum o kadar vahim değil gibi gözükür ama orada pek çok kez öyledir. Yasını tutmayız kimsenin, Allah korusun, ama kazanırsınız ve bugün kral benim dersiniz, kaybedersiniz ve krallık tak diye devrilir. Biz sonradan değerler atfederiz ama futbol başarı olmadan değerlere pek prim vermez. Xavi kitabında ne güzel ifade etmişti bunu: “Başarılı olmayı kendi kariyerim için istemiyorum. Oyun tarzımızın kendini ispatlaması önemli. Başarılı olursak bu futbolun geçer akçe olduğunu herkes kabul edecek ve herkes ona özenecek.” Olmasalardı, olmazdı…
Aslında bu dünyanın her yerinde geçerli. Ama bazen hangi kapta duruyorsa ona göre şekillenebiliyor. Ne demiştik başta, onu bu sefer Sakallı’ya söyletelim. “İnsan kendi kaderini kendi belirler, ama içinde bulunduğu koşullar içinde…” Evet, futbol genelde kazanmaktan başka hiçbir şeyden anlamaz, ama siz bazen (asla her zaman değil) öyle bir değer, öyle bir süreç, öyle bir kültür yaratırsınız ki, sahadaki skorları aşar, size içinde yaşayabileceğiniz, yazı-tura keskinliği olmayan bir yaşam alanı sunar. Wenger’in Arsenal’i olmak, son yılların Dortmund’u olmak, bir zamanların Udinese’si olmak, her daim Sevilla, Porto olmak size başka bir kulvar ve zaman yaratır. Biraz olsun güvenli bir kulvar. Wenger’in son beş senelik kariyeriyle o koltukta kalmasının tek nedeni bu işte. 20 yılı bu sayede devirdi Fransız. Kazanarak değil, yaratarak.

Kılıçla yaşarsan kılıçla ölürsün
Biz bu ülkede bunu yaratabilenlerden değiliz. Kılıçla yaşarız kılıçla ölürüz genelde. Ama bazıları bunda bir sorun görmüyor, tersine seviyor. Somutlaşalım artık. Bazı teknik direktörler sanırım bunu bir tarz sanıyor. Kelle koltukta, yapmış olduklarıyla değil o an yaptıklarıyla, maziyle değil, bugünleriyle, yarattıkları aurayla değil, sonuçla yürüyorlar. Tarzdır, olabilir. Ama bunun da sonuçları var.
Size bir teknik direktör eleştirileri buketi sunacağım. Öznesini sona sakladım. Diyorlar ki onun için, her şeyi kibriyle değerlendiriyor. Bazı oyuncuları, medyayı cadı gibi görüyor. Kaybetmeye başladığı an paranoyaklaşıyor. Kötü kaybeden’in teki. Üstelik herkesin ortasında takımını suçluyor. O güzel günleri geride kaldı. Bir telefonla dünya ayağına o kadar da çabuk gelmiyor. Kendisi başarıyı özdeşleştirdi, ulaşamadıkça saldırganlaşıyor. Görünen o ki, keşfeden özel, genç, zeki bir adam değil artık. Evet, tahmin ettiğiniz gibi hedef Mourinho’dan başkası değil. O gelmiş geçmiş dünyanın en iyi teknik direktörlerinden biriyken, ki muhtemelen hâlâ da öyle, artık bunları okuyor, dinliyor. (İngilizcesi olanlar için birkaç yazı derlemesi verelim. İmzalar fiyakalı. Matt Hughes, Jonathan Wilson, Chris Brady… Okuyun bakın sert eleştiri nasıl yapılıyor. http://ble.ac/1TXVvkP , http://bit.ly/2cMamka , http:// bit.ly/2cZOZg2 , http://ble. ac/1TXVvkP)
Peki ben bütün bunları neden bugün yazıyorum. Neden olacak, Batı mukallidiyim, özentiyim, Türkiye gerçeklerinden kopuk bir futbol romantiğiyim de ondan. Bunların bizle ne alakası olabilir ki Allah aşkına. Kibir bizde ne gezsin? Spor ulemalarımız, teknik direktörlerimiz, yorumcularımız, kanaat önderlerimiz, bizzat önderlerimizin kibirle, kendini beğenmişlikle, paranoyaklıkla ne ilgisi olabilir?

Eve gidelim
İyisi mi sırça köşküme çıkayım da Leonard Cohen dinleyeyim. Going Home (eve gitmek) şarkısında kendisine bakın nasıl sesleniyor:
Leonard’la konuşmayı severim / Bir sporcu ve bir çoban / Takım elbiseyle yaşayan / Tembel tenekenin teki. / (…) Bir aşk şarkısı yazmak istiyor / Bağışlamanın milli marşı / Yenilgiyle yaşamak için bir rehber / Istırabın ardından bir haykırış / İyileşmekte olan bir adak / Ama benim ondan istediğim şey / Bu değil. / Eve gidiyorum / Yükümü sırtımdan atıp / Eve gidiyorum / Perdenin arkasına / Eve gidiyorum / Giydiğim takımları üzerimden çıkarıp.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları