Bağış Erten

Ya her şey göründüğü gibiyse?

08 Mart 2017 Çarşamba

Dünyaca ünlü kültür teorisyeni Terry Eagleton’ın enfes (ve tek) bir romanı vardır: Azizler ve Âlimler. Öykü bu ya, ünlü filozof Wittgenstein, büyük edebiyat eleştirmeni Bahtin ve İrlanda Cumhuriyet Ordusu lideri, James Connolly İrlanda’da bir kulübede rastlantısal olarak bir araya gelirler. Ve mükemmel bir sohbet başlar. Devrim nedir, teoride nasıl bir şeydir, pratikte nasıl olur? İktidar nedir, nerelerde zuhur eder? Dil neden hem bozguncu hem kurucudur? Bunun gibi felsefi sorunları keyifli diyaloglarla, samimiyetle bize aktarırlar. İronisi de eksik değildir, derinliği de...
Ama hayat böyle romanlara benzemiyor. Farklı kesimlerden insanlar bir araya öyle kolay gelemiyor. Aynı sorunun tarafları yan yana oturup çözüm üzerine kafa yoramıyor. Resmi birkaç sohbet ya da zorunluluklar dışında ne birbirimizle konuşuyoruz ne de doğru düzgün bir şey söylüyoruz. Oysa sıkıntılarımız var. Yüzleşmiyoruz. Yüzleşemedikçe de büyüyorlar.
Hakemlerimiz kötü. Art niyet detektörüyle ortalıkta dolaşanları koyun bir kenara. Onlar konu dışı. Bildiğiniz performans olarak da kötü hakemler. Üzerlerinde büyük baskı yokken de kötüler. Neden böyle oldu? Bilmiyoruz. Çünkü konuşmuyorlar. Sorun giderek büyüyor ama çözmek için resmi açıklamalar, belagat dışında bir şey duymuyoruz. En iyilerini en çok eleştiriyoruz. Ama onlara da konuşma yasağı var. Oysa yılların tecrübesiyle bize neler söyleyebilirler! Cüneyt Çakır, Fırat Aydınus konuşsa daha mı kötü olacak her şey? Hayır! Tersine belki ufkumuz açılacak. Ortalığın sakinleştirilmesi lazım. Onlardan iyi kim yapabilir ki bunu? Mikrofon uzatsak, hataların neden kaynaklandığını anlatsalar, bir röportaj verseler, bir özeleştiri yapsalar... Yok! Çünkü bunun tehlikeli olduğunu hepimiz biliyoruz. MHK bir ara haftalık toplantı yapıyordu. Neden bitti sizce? Çünkü önceliğimiz samimiyet değil sorgu bizim. Küme düşmemeye oynayanlar öfkeleniyor, şampiyonluk yarışındakiler çıldırıyor ama ifadeler öyle feci ki! Haliyle böyle bir durumda cevap değil ölü taklidi daha mantıklı oluyor.

Bu malzemeyle...
Teknik adamlar zor durumda. Riekerink gitti. Advocaat’ın eli kulağında. Yerliler sürekli sirküle oluyor zaten. Kovulan teknik direktör adedi ‘çift haneli sayılara’ ulaşalı bir ay oldu. Ama orada da tık yok. Arada Advocaat gibi açıksözlüler konuşmaya kalkıyorlar, hadlerini bildirmek için sıra oluyoruz. Susuyorlar, bu sefer de ketumlukla daha da kötüsü bilgisizlikle suçlanıyorlar. Arada sorular soruyoruz ama cevabını dinlemek için değil. Sorgulamak, didiklemek, ayar vermek için. Onlar da sinirleniyorlar. O zaman da “Sen kimsin”ler başlıyor. Yani dert gene diyalog değil. Ortada önümüzü açacak bir ufuk yok. Serinkanlı bir şekilde ne dediğini anlamaya çalışmak yok. Gerçekten merak ediyoruz oysa. Misal, bir altyapı antrenörü olarak Riekerink neden hiç genç oyuncu oynatmadı? Advocaat neden ısrarla aynı şeyleri söylüyor, aynı oyuncularla oynuyor? Bu sorular en doğal hakkımız. Ama sorarken biz gerginiz, yanıtlarken onlar...
Tüm bu düzenin müsebbibi gibi görünen yöneticiler hepsinden beter durumda. Onlar konuşmaktan ziyade tepkiyle ifade ediyorlar kendilerini. Bir şey söylemeden laf etmenin üstadı oldular. Hakaret, saldırı, ayarın bini bir para. “Hiç konuşmasalar daha iyi” dedirtecek açıklamalardan koleksiyon yapıyoruz. Susan, ortalıkta gözükmeyen de saman altından yürütüyor işleri. Haber uçuruyorlar, birilerine söyletiyorlar, tribünü birbirine kırdırıyorlar, ‘beyaz beyaz’ açıklamalarda bulunuyorlar. Ama baksanız, tarasanız basını, şöyle sağlam bir röportaj görmenize imkân yok. Olanlar da danışıklı dövüş sanatı. İnandırıcılıkları yerle bir. Oysa çıksalar, gerçekten sorgulanmayı göze alsalar, belki de günahları ve sevaplarıyla kabul edilecekler. Yapmıyorlar. Samimiyetle hepimiz merak ediyoruz, bu kulüpler nasıl böyle bir batağa saplandı? N’olur tane tane anlatın. Tık yok!
Velhasıl bu düzende, bu insan malzemesiyle olmuyor, olamıyor. Bizim aklımızda binlerce tilki var. Şüphelerimiz, paranoyalarımız elimizi kolumuzu bağlıyor. Direkt konuşan yok, karşılıklı bir dert anlatma niyeti yok. Sorgulama yok. Onun yerine hesap yapıyoruz bol bol. Söylenenin arkasına bakacağız diye telef oluyoruz. Herkesin satır aralarında koca koca romanlar var zannediyoruz. Oysa bazen basit, rahat ve net konuşmak işi çözüyor.
Peki, bizde de şöyle bir roman olsa: Bir başkan, bir hakem ve bir futbolcu bir araya gelse ve samimi bir şekilde sohbet etseler. Olsa olsa otel lobisinde olurlar değil mi? Ve samimiyet o romanda çok iğreti durur. Keşke Eagleton’ın romanındaki gibi birisi çıkıp onlara yaşadıkları şeyin ne olduğunu şu açıklıkla söylese: “Her şeyin gözle görülür olması katlanılmaz bir şey. Görülebilecek bütün her şeyin, gördüklerimizden ibaret olması. Bunu hazmedemiyoruz.”  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları