Bağış Erten

Vatan asıl böyle bölünecek

27 Nisan 2016 Çarşamba

Kötü günlerden geçiyoruz ya, “Tarih bugünleri yargılayacak, bir gün hesap sorma günü gelecek” diyoruz ya, o gün geldiğinde futbol dünyası da oturacak sanık sandalyesine. Yöneticisiyle, oyuncusuyla, taraftarıyla, medyasıyla… Başka konular da olacak ama en çok Amedspor’a reva görülen muamelenin hesabı sorulacak.
2012 Ağustos’u. Ayazma (Anadolu Yazarlar Müzisyenler Ayaktopu Takımı) bir davet alır. O zaman RTÜK üyesi olan (şimdinin HDP Muş milletvekili) Doç. Dr. Ahmet Yıldırım öncülüğünde sezon öncesi kampında Diyarbakır Büyükşehir Belediyesporlu futbolcularla yazarlar, müzisyenler sohbet edecek, sonra da hep birlikte top tepecektir. “Kazanma hırsına oyunu feda etmek istemiyoruz. Bu takımda farklı bir kültür yaratmak istiyoruz. Diyarbakırspor artık çok karmaşık bir problem haline geldi. Biz burada bambaşka bir şey başlatmak istiyoruz” diye anlatır Ahmet Yıldırım derdini. Yazarlar, müzisyenler de heveslenirler ve giderler. Nefis bir gün yaşanır Kartepe’de. Sohbet, muhabbet ve futbol…
10. haftada, 10’da 10 yapan takımdan şöyle bir mail gelir Ayazma’ya: “Her hafta sizlerin kulaklarınızı çınlatıyoruz. O ziyaret bizi nasıl motive etti bilemezsiniz. O gün bize ‘Hem fair play mümkündür, hem de başarılı olmak. Bunu ispatlamak lazım’ demiştiniz. Biz de o günden beri bunu yapmaya çalışıyoruz. Ligin en az kart gören takımıyız. Tüm gollerimizi sabırla bekleyerek, maçların sonlarına doğru atıyoruz. En çok gol atan, en az gol yiyen takımız. ‘Gençlere güvenmek’ önemli demiştiniz. Her maçta 6-7 tane 20 yaş altı genç oynatıyoruz. Takımın yaş ortalaması 22. Hiç kırmızı kart görmedik. Maç başına 1,4 sarı kart gördük. Artık sizi Diyarbakır’a da bekliyoruz.” O sezon açık ara farkla şampiyon olur DBB. Ayazma Diyarbakır’a gidemez ama söz verir. Bir gün gideceklerdir. O DBB bugünün Amedspor’u. Hani Bursa’da hainler diye suçlanan, başarıları görmezden gelinen, “Çocuklar ölmesin, maça gelebilsin” pankartından ceza yiyen, “ideolojik tezahürattan” puanı silinen, en son yöneticileri örgütlü bir şekilde protokol tribünde dövülen Amedspor. Vatan haini diye suçlandıkları gün Bursaspor’a “Bursa takımında Türkiye’den sadece iki oyuncu var. Gerisi yabancı. Bizde Türkiye’nin her halkından oyuncu var. Ama biz hainiz Bursa milli” diye açıklama yapan Amedspor. Mahallelerinde panzerler gezerken, her gün asker-sivil demeden bir sürü insan ölürken, orada futbol oynamaya çalışan ve buna rağmen son haftalara kadar PTT 1. Lig’e çıkma şansını zorlayan Amedspor.

Güvercinleri bile cezalandırdılar
Neredeyse her hafta ceza alıyorlar. Neredeyse her maçlarında aşağılanıyorlar, ırkçı tezahüratla karşılaşıyorlar, şiddet/eza görüyorlar. Gittikleri pek çok yerde tribünler onlara PKK’li muamelesi yapıyor. Otel bile vermemeye çalışıyorlar. Birkaç yıl önce centilmenlik ödülü aldılar, hemen ardından bir deplasmana gitmeleri Güvenlik Kurulu tarafından yasaklandı. Araya İçişleri girdi de yasak öyle kalktı. Onlar sahada oynarken tribünler “Vatan sana canım feda”, “Şehitler ölmez vatan bölünmez” diye inliyor. Ama onlar inadına futbol oynuyorlar. Kendi evlerinde tribün olaylarından tek ceza almadı Amedspor. Rakip takıma karşı kötü tezahürattan da. Hatta deplasmana giden her takımı da en güzel şekilde ağırladılar. Ama cezadan kafalarını kaldıramıyorlar.
Bu sene, gazetecilik mesleğinin ülkemizdeki en itibarlı ödülü sayılan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin spor haber dalındaki ödülü bir yerel gazeteci aldı. Batman Çağdaş gazetesinin editörü Barış Arslan’ın haberinin başlığı buydu: “Güvercinler Disipline!” Olay da şu: Batman Petrolspor konuk ettiği Sandıklıspor’un futbolcularıyla birlikte maç öncesi barış güvercini uçuruyor. İzin almadıkları için PFDK’ye sevk edilip ceza alıyorlar.
Kusura bakmayın ama asıl bunları yaptığınızda ‘bölünmez’ diye statları/sokakları inlettiğiniz vatan bölünme tehlikesi yaşıyor.

Özgürleştikçe büyüdü, büyüdükçe özgürleşti
Sürekli kötü şeylerden bahsetmek insanı çok yoruyor. Neyse ki arada iyi şeyler de oluyor ve azıcık nefes alabiliyoruz. Çağla Büyükakçay’ın neyi başardığını biliyoruz değil mi? Evet, kelimenin tam anlamıyla Türkiye spor tarihini yazanlar arasına katıldı. Spor kahramanlarla büyür deniyor ya, o kahramanlığa soyundu. Peki nasıl başardı? Bunun ipuçları Socrates’in 10. sayısına verdiği röportajda var. Çalışkan Çağla. Tenisin zihinsel bir spor olduğunun bilincinde. Ve en önemlisi gelişmeye açık. O röportajda “Hâlâ öğrenme sürecini yaşıyorum ve kesinlikle limitlerime ulaştığımı düşünmüyorum” diyor. Ve giderek daha iyiye gittiğini, tenisteki akıl oyunlarını da daha iyi becerdiğini düşünüyor.
Ama o röportajda söylemediği önemli bir yanı daha var Çağla’nın. Bir süredir onu izleyenler asıl bu yanının geliştiğini söylüyor. 2013’te olimpiyat adaylığı sürecinde inisiyatif verdiler ona. Buenos Aires’teki İstanbul kafilesinde yer aldı, sunum yaptı. Yetmedi, döndü Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin sporcu komisyonu başkanı seçildi. Yetmedi, sosyal medyada, sosyal kampanyalarda sesini yükseltti, fikrini söyledi. Olgunlaştı yani Çağla. En önemlisi zihnen kendini geliştirdi. Aklını özgürleştirdi. Zaten çalışkandı, disiplinliydi, işin mental yanını da böyle halletti. Bu da oyununu oturtmasına belli ki direkt etki etmiş. Bu başarıda o karakterli duruşunun da payı var.
Bu sayede biz bir kez daha şunu görmüş olduk. Kafasına vura vura iyi sporcu yetiştirme dönemi çook eskilerde kaldı. Artık sporda da “fikri hür, vicdanı hür” olmadan bazı şeyler olmuyor. Evet, özgürlük olmadan sanat olmuyor. Bilim hiç olmuyor. Ama bugünün dünyasında spor da olmuyor. Kendine güvenli, güçlü birey olmadan iyi sporcu yaratmak zor. Güven ve birey olabilmek için de özgürlük şart.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları