Bağış Erten

Sorsan yakın, gidip baksan uzak: ‘Gıprıs’

23 Aralık 2015 Çarşamba

Şu gezip gezip Banu Yelkovan’la birlikte herkesi kıskandırdığımız Veni Vidi Vici programı var ya, aslında onun ismi ‘Gitmeden Bilemezsin’ olacaktı. Banu bulmuştu, hepimiz beğenmiştik ama Veni Vidi Vici tekerleme gibi olunca ona döndük. Oysa işin ruhunu öbürü veriyormuş. “Çok gezen mi bilir, çok okuyan mı” münazarasındaki gibiydi pek çok yolculuğumuz. Okuduk, yazdık, çalıştık, fakat daha fazlasını hep gidince öğrendik.
Geçen hafta Kıbrıs’taydım. Doğu Akdeniz Üniversitesi’nden Ahmet Özyaşar davet etti. İyi ki de etmiş. Bunca zamandır ihmal ettiğim için utandım. Çalışmadan gitmiştim, ne göreceğimi bilmeden, alelacele. Bin pişman oldum. Meğer ne hikâyeler varmış orada. Gazeteci arkadaşım Serkan Seymen söylerdi, Niyazi Kızılyürek’ten okur dururduk. Ama yok, gitmeden bilemiyorsunuz işte.
Adanın jeopolitiğine girecek değilim. Ama kapıdan uğrayan biri bile şu kadarını görebiliyor. Eğer bileşenler İngiltere, Türkiye, Yunanistan, Güney Kıbrıs ve Kuzey Kıbrıs’sa, sanırım artık en mağdur olanı Kuzey Kıbrıs. Sadece Maraş’ın o hazin, terk edilmiş görüntüsü bile bunu ispatlamak için yeterli. Adayı düşündüğünü iddia eden hiç kimse oranın neden hâlâ turizme açılmadığını anlatamaz. Ve oraya gidip şunu hissetmemek imkânsız. Kuzeyiyle ve güneyiyle Kıbrıs bütün o kocaman prangalarından bir kurtulsa alır yürür. Neyse biz boyumuzdan büyük konulara girmeyelim. Ada’nın sporuna bakalım. Sağ olsun gezi boyunca Kıbrıs Türk Spor Yazarları Derneği’nden (KTSYD) arkadaşlar da bize eşlik etti. KTSYD adanın en güçlü spor örgütlerinden biri ve pek çok şey anlattılar. Misal nasıl zorluklar içinde işlerini yaptıklarını... Sporun ne kadar amatör kaldığını... Onlardan bir örnek; ligde gol kralı olan oyunculardan biri hayatını asıl olarak temizlikçilikten kazanıyor. “Nasıl ya” demeye kalmıyor, birini gösteriyorlar. Pizza dağıtıcısı ve bir kulübün başkanı. Aslında Kıbrıs’ta herkes öyle. Sadece tek işle hayat yürümüyor orada. En iyi oyuncular bile ayda maksimum 2000-3000 lira alıyor. Maçlara giden seyirci sayısı da 500’ü bulmuyor.

Fakir ama onurlu
Yani azıcık yağında kavrulmaya çalışıyor ‘Gıprıslılar’. Buraya kadar şaşırtıcı bir şey yok. Yıllardır süren ambargo ve zorluklar haliyle hayatı zorlaştırıyor. Bir de üstüne uçakla tepelerinden geçip Güney Kıbrıs’a inen kulüplerimizi gördükçe canları da sıkılıyor. Orada yoklarmış gibi davranıyor herkes. Tamam, abluka var, yasak var. Nitekim Gençlerbirliği en son futbol maçı oynamak için oraya gittiğinde dört sene UEFA’dan men cezası almıştı.
Ama kulüplerden bir dayanışma ziyareti falan da yok. İki hoşbeş bile neredeyse yok. Haliyle buna çok içerliyorlar. Ama işte o küçücük, abluka altındaki Kıbrıs bile bazı şeyleri bizden önce aşmış durumda. En önemlisi, devletlere inat Güney’le ilişkiye geçmişler. Türkler o ligde, Rumlar bu ligde oynayıp duruyor. Beraber FIFA’ya başvurmuşlukları var. Veteranlar karşılıklı maç yapıyor. Ziyaretler, rakılı sofralar gırla.
Ama sadece uluslararası ilişkiler alanından değil kat edilen mesafe. Misal maça gitmeden maç yazısı yazmak meslek etiğine sığmayan bir davranış orada. Bu kadar da değil, hangi spor başarılıysa gazetelerde o öne çıkıyor. Bazen futbol olmayan bir okul sporundaki başarı bile manşet olabiliyor. Ayrıca örgütlüler. Kim neyi seçiyorsa, demokratik seçimlerle oluyor. Konuyla alakalı değil ama söylemeden geçemeyeceğim. Doğu Akdeniz Üniversitesi rektörü nasıl seçiliyor biliyor musunuz? Kampûs görevlilerinden öğretim üyelerine kadar herkesin eşit oyuyla.

Ek yardımcılar ne işe yarar?
Yine bariz bir hakem hatasıyla daha haftayı kapattık. Bu sefer mağdur Beşiktaş oldu. Neyse ki kazandılar da çok olay çıkmadı. Pozisyon net penaltı. Altıncı hakem çok yakın. Ama verilmedi. Olabilir. Futboldaki ne ilk ne de son hata bu. Geçip gitmek lazım. Ama bu tip hatalar tekrar ettikçe başka sorgulamaları tetikliyor. Herkesin kafasındaki sorular aynı: Maç boyunca temel görevi ceza sahası içi ve çevresindeki sorunları çözmek olanlar bunu nasıl çözemiyor? Ve en az bunun kadar önemlisi; bu kadar hakemsiniz, biriniz bile göremiyor musunuz? O yüzden soruyor herkes: Eğer bunları da veremeyecekse ekstra yardımcı hakemlerin anlamı ne? Hatırlarsınız, bu soru ilk kez 2010’da Galatasaray-Atletico Madrid maçında aklımıza düşmüştü. Caner’in önündeki topa yerde elle müdahale vardı ve beşinci hakem bir metre ötedeydi ama vermedi. Devamında da pek çok benzer sorun yaşandı. Durum o hale geldi ki, her hata kümülatif olarak birikiyor ve önyargı besleniyor. Sonuçta sadece bunları görebilsin diye sahaya çıkan hakemlerden bahsediyoruz. Yan yana olduklarında takım kadar kalabalıklar!
Oysa UEFA’nın konuya farklı bir yaklaşımı var. Resmi sitelerine federasyonların yararlanması için bir video koymuşlar (http://goo.gl/JmnNu4). Karşımızda Pierluigi Collina konuşuyor. Pek çok pozisyon gösteriyor ek hakemlerin ‘kurtardığı’. Ama en çok da şuna vurgu yapıyor İtalyan Hoca: Onlar sayesinde çizgi hakemleri artık daha iyi konsantre olabildikleri için, Euro 2012’de ofsayt kararlarının doğruluk oranı yüzde 96’dan fazlaymış. İyi bir veri, ama yeter mi?
Yedi yıldır pek çok hakem için tecrübe ve gelir kapısı bu uygulama. Ama kamuoyunu gerçekten işlevsel olduklarına dair ikna etmeleri gerek. Orası tereddüt yeri değil. Çünkü futbolda kimsenin bu kadar net tanımlanmış spesifik bir görevi yok. Onu iyi yapamazsanız işiniz zor olur. Bu kadar bariz pozisyonları es geçerlerse yaptıkları iyi işler akıllarda kalır mı? Yoksa futbolun üzerinde bir kambur olarak mı tanımlanırlar? Ben olsam önümüzdeki hakem seminerlerinde bu konuyu mutlaka konuşurum. Çünkü her kötü karar, emekleme aşamasındaki uygulamanın meşruiyetini sorgulatıyor. O yüzden belki de en doğru kararları vermesi gerekenler onlar. Sonuçta vazgeçilmez değiller. Hele de gol çizgisi teknolojisi yaygınlaşmaya başladıktan sonra…  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları