Bağış Erten

Nefes al

19 Ekim 2016 Çarşamba

Socrates Dergi’nin Almanca konuşulan ülkelere ihracını kutlamak üzere Alman spor basınından pek çok insanla birlikte Münih’teyiz. Hepsi merak içinde. Nasıl olur da Türkiye’den oraya bir fikir ihracı olur şaşkınlığındalar. Bu hakikaten heyecan verici projenin ayrıntısına girmeyim, otoreklama girmesin. Başka bir şey anlatacağım çünkü.
Yanımda Tobias var Karlsruhe’den. Süddeutsche Zeitung için Karlsruhe, Hoffenheim, Kaiserslautern’i takip ediyor. Hoffenheim’in 26 yaşındaki teknik direktörü Nagelsmann’dan konuşuyoruz. “Şu an için Almanya’nın en heyecan verici ismi” diyor. Herkes onları ayrı bir gözle izliyormuş. Mutluymuş Hoffenheim’lılar. Tayfun Hoca’dan açılıyor laf. “Kaiserslautern’in farklı bir kimliği var. Topa sahip olma oyunu onlara göre değil. Ezelden beri İngiliz gibi oynarlar” diyor.

Nasıl yapıyorlar?
Sonra Felix’le laflıyoruz. Eski Sport Bild çalışanı. “Almanya’da futbol diğer sporları domine ediyor” diyor. Kahkahayı basıyorum. “Sen baskın spor nedir görmemişsin.” Mainz’ın hikâyesini anlatıyor sonra. Nasıl mutlu olduklarını, nasıl kendine has bir kimlikle Bundesliga’ya renk kattıklarını anlatıyor. Sonra Carsten katılıyor aramıza. Hilbert ve Beck’in, yani “bizim çocukların” menajeri. İkisinin de Socrates’in Almanya versiyonuna farklı katkıları var. Biri, doğup büyüdüğü ve altyapısı örnek gösterilen Stuttgart’ın küme düşmesinden nasıl mutsuz olduğunu bizzat kaleme almış.
Diğeri Almanya’daki ırkçılık sorunu ve Pegida’yla nasıl mücadele ettikleri hakkında siyahi komedyen Domena’yla bir röportaj yapıyor. Carsten’a soruyorum, ‘nasıl yapabiliyorlar?’ Almanya’da böyle bir oyuncu tipi olduğundan bahsediyor. Almanya’da oynamaya başladıktan sonra Subotiç’in Afrika’nın su sorunlarına eğilmesi boşa değilmiş. Orada bir dolu karakter oyuncusu var.

Hep mutsuzuz
Oysa bizim konularımız da, başrol karakterlerimiz de, rotamız da önceden belli. Sonucu hep aynı yere çıkan mutsuzluk dosyaları. Milli Takım’la ayrı bir depresyon, en büyük yıldızlarla ayrı bir sıkıntı. Galatasaray biraz ferahlamış gibi ama yılların mali bunalımı artçılar yaratmak için pusuda duruyor. Beşiktaş şampiyon olmanın keyfi yerine gerginliğiyle meşgul. Fenerbahçe deseniz dinamit. Trabzonspor ondan beter. Zorlasanız bunun pek çok yerel versiyonunu da bulursunuz.
Çünkü biz genel olarak mutsuzuz. Bakışımız mutsuz. Ruhumuz sıkkın. Futbolcusu da böyle, yayıncısı da, yöneticisi de, antrenörü de... Buramıza gelen bir yerde futbol sirki kurmuşuz. Trapezden düşen parçalanıyor. Bundan ‘hayat kaynağı’ üretmemizi bekliyorlar. Ne olacak? Mutsuzluk ömür boyu!

Tek çare kazanmak
Tabii ki haybeye değil bu mutsuzluk. Ortada değer üretmekten ziyade insanın içini tüketen bir yapı var. Alın bakın Fenerbahçe camiasına. Taraftara hâkim olan yılgınlığı haksız bulan var mı? Ama asıl sorun başarısızlık değil ki! Değer üretemiyoruz. Kimlik yaratamıyoruz. Farklı karakter oluşturamıyoruz. Geriye kazanmaktan başka çare kalmıyor. Sadece kazanırsan yaşarsın!
Gezi zamanı bir kısa film vardı aklımda kalan: ismi “Nefes al” idi. Sadece gaz bombaları altında değil kültürel, siyasi atmosferde de nefes almanın zorluğuna vurgu yapıyordu. Siz buna sporu da ekleyin artık. Kazanmadıkça nefes alınmayan bir ortamımız var. Şimdilerde mutlu olanlar gayet iyi biliyor. Yarın kötü gitsin onlara da oksijen yok. Sanırım Socrates biraz da bu atmosferi değiştirmek için çıktı. Ve işte bunun gücüyle de sınırların ötesine geçmeye çabalıyor. Çünkü oksijen kaynağı olursanız bu dünyanın her yerinde geçerlidir.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları