Bağış Erten

İyi ki olimpiyat gelmemiş

22 Temmuz 2015 Çarşamba

Hatırlarsınız, bundan neredeyse iki yıl önce olimpiyatlara ev sahibi olmaya heveslenmiştik. ‘İnşaat ya resulallah’ ideolojisi koca olimpiyat oyunlarını bayındır faaliyetlerine indirgemiş ve inanılması zor bir rüyaya dalmıştı. Üstelik böyle bir organizasyonun nasıl bir toplumsal yıkım anlamına gelebileceğini de hiç hesaba katmadan. Neyse ki kazanamadık ve ucuz kurtulduk. Evet, olimpiyat oyunları bir ihtimal ülkenin spor kültürüne önemli katkılar verebilirdi. Ama getireceği toplumsal/kentsel tahribatlar ve iktidarın spor politikaları bu ihtimalden ziyade büyük bir yıkımı çağrıştırdığı için, ben kazanamadık diye sevinenler tarafındaydım.

Oyunlar neyi değiştirir?
Bu konu nereden çıktı diyeceksiniz. Bundan tam bir yıl sonra Rio’da yapılacak oyunların muhtemel toplumsal etkileri şimdiden uluslararası kamuoyunun gündemini meşgul etmeye başladı. Birkaç gün önce Guardian gazetesinde nefis bir haber çıktı. Jonathan Watts, ta Rio’lara gidip müthiş bir araştırmaya imza atmış. Oyunlar neyi değiştirecek? Kim etkilenecek? Kent nasıl değişecek? İyi mi olacak, kötü mü? Riolular ne düşünüyor? Öyle güzel bir araştırma ki okudukça derinleşiyor. Herkese mikrofon tutmuş Watts. Kentsel dönüşüm adı altında yıkım mı istersiniz, başta sporcuları heyecanlandıran yeni bir parti ortamı mı? Mimarları heyecanladıran mega projeler mi, yoksa bu projelere harcanan paralar yüzünden darbe alan kamu bütçesini dert edenler mi? Olimpiyatı bir ekmek kapısı olarak gören sokakları temizleyen adamın görüşleri de var, oyunların yapılmaması uğrunda ölmeyi göze alan çevre aktivisti ve anarşistler de, hatta muhtemel isyanları bastırmakla görevli polislerin bakış açısı da.

Biz de yaparız!

Uzun makaleyi okuyunca şunu net olarak görüyorsunuz. Büyük bir toplumsal yük Olimpiyatlar. Öyle ‘onlar konuşur biz yaparız’ nutuklarıyla olacak iş değil. Hele de ‘Brezilya yaptıysa biz de yaparız’ diyenler kendi söylediklerini iyi duysunlar. Brezilya ekonomik, demografik, toplumsal ve sportif olarak bizden birkaç tık önde. Üstelik iktidarda bir sosyalist hükümet var. Ama buna rağmen tartışmalar bitmiyor. Çünkü artık mega spor etkinlikleri dünyanın her yerinde tartışılıyor. Kim bilir belki böyle büyük organizasyonların bir gün hiç yapılmaması ya da parçalanması bile gündeme gelebilir. Ama biz bodoslama girişme derdindeyiz. Düşünsenize alsak neler olurdu?

Plajın da, futbolun da en güzeli Tahiti’de
Tahiti’yi bilir misiniz? Hayır, Vodou kara büyüleriyle ünlü Antiller ülkesi değil. O Haiti. Tahiti Pasifik’in ortasında bir adalar ülkesi ve dünyanın en ünlü tatil mekânlarından biri. Tamam bir Hawai değiller ama başta Bora Bora adası olmak üzere dünyadaki en güzel cennet mekânlar arasında gösteriliyorlar. Her yıl onbinlerce turisti altın gibi kumlarından ağırlıyor. Ben de gördüğümden değil, okuduğumdan biliyorum. Ama şu sıralar muhteşem plajları, denizinin mavisi ya da ünlü Tiare çiçeğiyle değil bambaşka bir şeyiyle ünlü: Plaj Futbolu. Oysa futbola o kadar yabancı bir yerden bahsediyoruz ki; 2013 Konfederasyonlar Kupası’nda 6-1 kaybettikleri Nijerya maçında attıkları tek golü çılgınlar gibi kutluyorlar. Slate’den Emma Zehner bunu çok nükteli bir şekilde anlatıyor: “280 bin nüfuslu, en popüler sporu kano olan ülke, o tek golü takımın resmi hesabından ‘we are the champions’ nidalarıyla kutladılar. Bir gün sonra da İspanya’dan 10 gol yediler.” Yani o derece uzaklar futbola. Ama plajlara değil.

Aşı tutuyor galiba
1989’da başlattıkları grassroots programıyla futbol popüler haline geliyor Tahiti’de. Ama en çok da sahilleri etkiliyor. Hatta pek çok beach club bir anda futbol kulübü kurmaya başlıyor. Futbol yaygınlaşıyor. Bir anda büyümeye başlayan spor, 2013’te Tahiti’nin Plaj Futbolu Dünya Kupası’na ev sahipliğiyle bir anda patlıyor. İsviçreli bir koç buluyor Tiki Tao (kendilerine öyle diyorlar) ve yıl boyunca çalışabiliyor olmanın avantajıyla eğlenceli ama kuvvetli bir takım haline geliyorlar. İsviçreli koç dediğime bakmayın, takımın antrenörü Angelo Schirinzi plaj futbolu üzerine kitabı olan ve FIFA için danışmanlık yapan, seminerler veren bir araştırmacı. Ama aşı tutuyor bir kere. Tahiti Portekiz’deki son turnuvanın gönüllerin şampiyonu oluyor. Finale kadar çıkıyorlar ve yüzlerinden gülümseme eksik olmuyor. “Bu bizim en önemli yanımız, adanın sihri” diyor Taiarui. Aldığı en değerli oyuncu ödülünü de takımın bu pozitif kimliğine verilen bir ödül olarak görüyor. Finalde Portekiz’e kaybettiler ama hiçbiri mutsuz değil.

Kaoh Panyee’de futbol aşkı
Bu hikâye bana ‘Ayağa Oyna Pohnpei’ adıyla Türkçe’ye çevirilen kitabı hatırlattı. Paul Watson ve Mathew Conrad’ın dünyanın en kötü takımını bulup orada milli olma hevesiyle başlayan ama sonu teknik direktörlükle biten nefis komik hikâyesini... Yazının buraya kadarki bölümünü eski profesyonel futbolcu kayınbiraderim Erhan Berber’e okuttum. O da Tayland’da denizin ortasına saha kuran Kaoh Panyee adasının muhteşem öyküsünü buldu internetten ve onu gösterdi. Denizin ortasına saha yapmış çocukların futbol aşkını izleyip etkilenmemek mümkün değil (nefis bir video: https://youtu.be/ jU4oA3kkAWU) Futbol böyle bir şey işte. Bazen olmadık bir oluk buluyor, gürül gürül akıyor, bazen insanı hayata bağlıyor. Tahiti’de, Pohnpei’de, Muğla’da da olsa durum değişmiyor. Kim bilir bizde de ne hikâyeler vardır da bilmiyoruzdur. Birileri anlatsa da dinlesek. NOT: Bu yazıyı yazıp bitirdiğim sırada memleket Suruç’tan gelen katliam haberiyle sarsılıyordu. Biz ne diyoruz, memleket ne yaşıyor. Kalbimizin büzülmesi yetmiyor, bir de bu rezilliğin hesabını vermek yerine onu ‘siyasi analiz’ malzemesi haline getirenlerle midemiz de bulanıyor. Ülkeyi bu hale getirenler utanmıyor ama biz yaşadığımız için, böyle lafı güzaf yazdığımız için utanıyoruz. Ne acı!  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları