Bağış Erten

Durdurun bu şovu inecek var (09.09.2015)

09 Eylül 2015 Çarşamba

Ne yazacağız ki böyle günlerde? “Önümüzdeki iki maçı alırsa Türkiye, Play-Off’a kalır”ı mı tartışacağız? Üçüncülüğü başarı olarak kutlamak doğru mu? Bunu mu sorgulayacağız. Ya da 12 Dev Adam’ın İspanya maçında taktik olarak gardını erken düşürmesine mi takılacağız? “En kötü üçüncülük şart, yoksa Fransa gelir” hesaplarına mı bakacağız? Bir futbol maçı izlerken alkışladığımız insanların akranları patır patır ölecek, siviller kuş gibi avlanacak, ortalık kan gölü olacak, biz spor mu konuşacağız? Kimin içinden bir şey söylemek geliyor? Kim bugün spor konuşmak istiyor? Bir ayda yüzlerce insan siyasal hesaplar yüzünden hayatını kaybederken ne futbolu, ne basketbolu, ne sporu! Çıkıp ne yazacağız ki?
Ama işte garip bir yanı var bu işin. Ne olursa olsun, dünyalar yıkılsa devam ediyor spor. Deprem olup onbinler ölmedikçe, 3 Temmuz gibi endüstriyi kökünden dinamitlemeyen bir olay olmadıkça bu çark dönüyor bir şekilde. Misyonu bu! Maç öncesi tel’in ediyoruz, kınıyoruz, şehitlere sahip çıkıyoruz, teröre lanet yağdırıyoruz, vatana sahip çıkıyoruz. E sonra, 10 dakika sonra ıslıklar, küfürler, öfke dolu düşmanlık dolu tezahüratlar, ardından bir golle, bir basketle sevincin dorukları, hazzın zirvesi... Sonra maç bitiyor, diyoruz ki bu galibiyeti onlara adıyoruz, diyoruz ki ruhları şad olsun, diyoruz ki sevinemedik...

Gerçeklerle yüzleşelim
Kendimize yalan söylemeyelim. O top dönmeyegörsün, her şeyi unutuyoruz ve tutkularımızın esiri oluyoruz. Bunun savunulabilir bir yanı yok. Oynanmasın kardeşim. Madem öyle futbol da dursun basketbol da. Ama durmuyor.
İçimizden öyle yapmak gelmiyor olabilir. İnsan halidir. Zaaflarımız var. İzlemeden duramıyor olabiliriz. Ama gerçeklerle de yüzleşmek lazım. Bu memlekette en ufak bir toplumsal hüzün bütün konserleri, bütün sahne sanatlarını, bütün eğlence mekânlarını tarumar ederken, insanlar böyle bir günde eğlenmekten imtina ederken, birçok insan gerçekten mesleğini yapıp şarkı söylemeye çalışan sanatçıları duyarsızlıkla suçlarken, spor, hele de futbol müthiş bir dokunulmazlık zırhıyla her şeyden azade bildiğini çalıyor, bildiğini okuyorsa durup bir düşünmek gerekir. Nereden geliyor bu rahatlık acaba? Neymiş, teselliymiş. İnanan var mı gerçekten? Türkiye gol attıktan sonra Davutoğlu’nun kucağındaki çocukta tek bir tebessüm var mıydı? Görebildiniz mi?

Olacak şey mi?
Kabul edelim arkadaşlar, spor değil bu gerçekten iptila, bir bağımlılık. Bunun her şeye rağmen sürmesinin de meşrulaştırılacak tek bir yanı yok. Marx’ın lafına sahip çıkması haybeye değil bu oyunun, boşuna ‘halkların afyonu’ denmiyor. Bırakamıyoruz. Ne olursa olsun, içimiz kan ağlıyor, dünya başımıza yıkılıyor, ama top dönüyor mu? Dönüyor! Maçlar oynanıyor mu? Oynanıyor! Biz tüm bu karanlık günlerde gene de o topun peşinden koşuyor muyuz? Koşuyoruz! Demek ki bu bir bağımlılıktır ve tüm bağımlılıklar gibi kötüdür. Önce bunu kabullenerek başlamalıyız.
Bırakalım, insanları bu zor günlerde biraz olsun teskin etme yalanlarını. Şarkılar teselli etmiyor, filmler etmiyor, sanat etmiyor... Ama futbol rahatlatıyor öyle mi? Olacak şey mi?
Bu endüstrinin durmasını göze alamıyoruz biz. Onun dokunulmaz takvimine halel getiremiyoruz. O her şekilde devam ediyor. Heysel faciası yaşandıktan sonra, aynı sahada Şampiyon Kulüpler Kupası finali gene de oynandı mı? Var mı bundan ötesi?
Bu durumu anlatacak tek şey var. O da bir şarkı. Ne demişti Freddie Mercury “Show must go on” (Gösteri Sürmeli). Bizim için öncelik bu.
Yazık!..
Kocaman boşluklar var
Ne için yaşıyoruz ki?
Terk edilmiş alanlar
Ama sonucu biliyoruz galiba
Perdenin arkasında aynı pantomim
Ama dur biraz
Kim daha fazla katlanmak istiyor ki?  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları