Bağış Erten

Bari bu faili meçhul kalmasın

12 Ağustos 2015 Çarşamba

Haftalık yazımı tamamlarken geldi Mehmet Topal haberi. Şoke olmamak mümkün değil. Bir futbolcunun arabası nasıl ve neden kurşunlanır? Bunun izahı yok. Olayın vahametini koyun kenara asıl yan etkileri feci. Bu süreci tartışma biçimimiz o kadar önemli ki belki de faillerinin yakalanması sürecini bile bu belirleyecek. Eğer aklınıza gelen ilk soru “Mehmet Topal neden kurşun geçirmez camlı araba kullanıyor”sa, eğer ilk yaptığınız şey “memlekette futbol bu hale geldi” diye hayıflanmaksa, eğer ilk kaygı “dünyaya rezil olduk” endişesiyse o zaman boşa kürek çekiyoruz demektir. Bu sorular önemsiz değil, ama öncelikli hiç değil. Çünkü böyle bir olayda tek bir önceliğimiz olmalı; faillerin hemen, behemahal bulunması ve hızla yargılanması. Bunun önüne koyduğunuz her bahane işi bataklığa çeker. Her soru yolu uzatır. Her tereddüt kaçış yolu yaratır.
Bu ülke hiçbir şeyden çekmedi faili meçhullerden çektiği kadar. Çünkü bu tip saldırılar sadece adaleti zehirlemiyor, aynı zamanda paranoyayı tahrik ediyor. Ve her paranoya yeni bir karanlık, yeni bir girdap yaratıyor.
Sorun bununla da bitmiyor. Hadi biz bu memlekette faili meçhul koleksiyoncusuyuz. Merak ediyorum, yarın van Persie, Nani, Kjaer ve diğerleri manevi tazminat talebi de ekleyerek sözleşmesini feshedip gitse ne yapacağız? “Bugün ona yarın bana” mantığıyla Mario Gomez ve Podolski de aynısını söylese hangi hukuk kurumu ona “dur” diyebilecek? Geçen sene Trabzon’da olan olayların ardından bu olayı bir zincir olarak gösterip bütün sporcular bunu içtihat bellerse?
Bunun sonu yok. Durumun vahametini hemen görmeli ve toplum olarak teyakkuza geçmeliyiz. Yoksa sonumuz son değil.

Bazen gümüş altından daha değerlidir
İyi bir yüzme izleyicisi olduğumu söyleyemem. Yine de Kazan’daki son dünya yüzme şampiyonasını heyecanla izledim. Ledecky’nin bir ilke imza atıp serbestteki tüm yarışları kazanması; Lochte’nin üst üste dördüncü kez 200 metre karışıkta dünya şampiyonu olarak rekor kırması; Avustralyalı Campbell kardeşlerden küçük olanının büyük olanını geçip sürpriz yapması (Freud’un toprağı bol olsun); Ning Zetao’nun, tarihte 100 metre serbesti kazanan ilk Asyalı yüzücü olması… Phelps’in yokluğu, yüzmeyi bırakan efsaneler, Missy Franklin ve Ruta Meilutyte gibi isimlerin formsuzluğu falan bahaneymiş. Gene ayakta izlenecek bazı yarışlar vardı ve gene havuz nefis köpürdü.

Bir adam var ki..
Ama bir adam vardı ki, hikâyesi ayrıca orijinaldi. Aslında onu yüzme deyince aklına sadece Phelps veya Lochte gelenler de hatırlayacaktır. Müzmin ikinci o. Biz Birleşik Amerikalı iki efsaneye mest olurken onların arkasında hep o vardı. Macar yüzücü Laszlo Cseh’ten bahsediyorum. Bu spor için dede sayılabilecek yaşa geliyor (30) ama hâlâ havuzdaki inadından vazgeçmiyor. Yüzmenin, hele de Avrupa’da, önemli isimlerinden biri. 28 Avrupa şampiyonluğu ve üç Avrupa rekoru var. Ama şu ana dek hiç olimpiyat altını yok. Olimpiyatı geçtim, Kazan’daki şampiyonaya kadar dünya şampiyonalarında aldığı altın sayısı 1’di. O da 2005’te. Ama bırakmadı, bırakmıyor Cseh. Yenildikçe devam ediyor, daha iyi yüzmeye çalışıyor. İnsanlar onu Nadal ve Federer’in o ilk döneminde ezilen pek çok yeteneğe benzetiyor. Hâkim kanaat şu: “Phelps ve Lochte olmasaydı Cseh dünyanın en iyisi olacaktı.” Katılmıyor Cseh: “Ben de bunu çok düşündüm. Ama şunu unutmayalım; onlar bu kadar zorlamasaydı, bu kadar iyi olmasaydı ben de böyle olamazdım.” Aileden yüzücü aslında. Hatta babası büyük sırtüstücü. Ve işin ilginç yanı onda olmayan olimpiyat altını babasında var. “Bu konuyu babamla hiç konuşmadım” diyor Cseh. “Babalar ve Oğulları” sendromunu sadece Rus ya da Türk edebiyatında takip etmek gerekmiyor yani. Bazen spor da en az onlar kadar açıklayıcı olabiliyor. Ama romanların tersine çok munis bir karakteri var. Hep güler yüzlü ve hiç sorun etmiyor sanki.

Hastaneden çıkıp rekor kırdı
2009’da şampiyonanın ilk günü zehirlenip hastaneye kaldırılıyor. İki gün sonra ayağa kalkıp 400 metre ferdi karışıkta Avrupa rekoru kırıyor ve bronzu alıyor. Karşımızda hem tevekkül hem de sağlam irade insanı var. Gerçeğinden! Eurosport’ta yorum yapan Türkiye rekortmeni şampiyon yüzücümüz Gizem Bozkurt anlatıyor: “2009’daki şampiyonada bir takım yarışında Cseh yarışmıyordu. Bir baktım elinde fotoğraf makinesi. Takımın fotoğrafçısı gibi herkesin fotoğrafını çekiyor.”
İlk uluslararası madalya aldığı günden bu yana 13 yıl geçmiş. Çabalıyor Cseh. Daha iyisi olsun diye. Olimpiyat altını yok. 2005’ten bu yana tek bir yarış kazandı dünya şampiyonalarında. O da birkaç gün önce. 200 metre karışığın son olimpiyat şampiyonu Chad Le Clos’yu geçerek... Hem de son yılların en iyi derecelerinden biriyle. Ama çıkıyor havuzdan, “Phelps’e, Lochte’ye, Le Clos’ya meydan mı okuyorsun” diye soranlara ne diyor: “Bir ara kollarımı hissetmedim.”
Bunu söylerken bile yüzünde bir gülümseme var. Elinden gelenin en iyisini yapıyor hep. Olduğu kadar. Seneye olimpiyatta da var. Tabii ki hepimiz o günlerde Phelps’in dönüşüne odaklanacağız. Ama siz Cseh’i ihmal etmeyin. Asıl sahalarımızda görmek isteyeceğimiz sporcu o çünkü.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bu sezon o sezon değil 2 Eylül 2018
Herkes biliyor 29 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları