Ayşegül Yüksel

Frigo Zamanı

21 Ağustos 2018 Salı

Yaz sıcakları süregelirken, çok meraklısı olmadığım dondurma düşer oldu aklıma. Ben çocukken dondurma –‘Dondurmam Kaymak!’ filminden de bilindiği gibi- sokak satıcıları tarafından satılırdı. Bu tür dondurma genellikle kaymak, çikolata ve vişne çeşitlerinden oluşurdu. Ancak, Kadıköy’de oturuyorsanız, İskele’den Altıyol’a çıkarken sağınıza denk düşen ‘Nefis Pastanesi’nin gerçekten nefis -çok çeşit içeren-dondurması buzlanmış metal kaplar içinde ve yassı kaşıklar eşliğinde önünüze geldiğinde gerçek bir şölene hazırlandığınızı düşünürdünüz (Hele, ondan önce Nefis’in eşsiz ‘tavuklu pilav’ından yemişseniz).
Büyüdükçe, sokak dondurmalarının çoğunlukla tatsız tuzsuz olduğunu fark ederdiniz. Nefis’in dondurmasının tadı ise damağınızda hep kalırdı. Bir de annem evde -yi-yeni de yemeyeni de pişman eden-eşsiz lezzette şeftali dondurması yapardı. Annemden daha usta olanlar ise çeşit arttırmakta yarışırlardı.
Ama benim Frigo tutkumun yanında bunların hepsi hiç kalır. Frigo çocukluğumun düş yiyeceklerindendir. Özellikle sinemalarda gösterim aralarında -yanlış anımsamıyorsam- tahta bir tepsi içinde dolaştırılan Frigo’nun satıcısı hiç durmaksızın ‘Frigo buz!’ diye bağırarak müşteri toplardı. Üniformasının onurunu her şeyden üstün tutan subay babam, her türlü abur cuburla aşk yaşayan benim ve kardeşim Ahmet’in, kendisi yanımızdayken sokaktan hiçbir şey alıp yememize izin vermezdi. Yazın sokağa şık şapkalarından biriyle ve -ellerinin çirkin olduğu gerekçesiyle- kısa kumaş eldivenlerle çıkan ve güzellikten ödün vermektense ölmeyi yeğleyecek olan annemin, bizim sokak oburluklarımıza karşı çıkma gerekçesi ise ‘üstümüzü başımızı batıracağımızdı.’ Eskilerin deyişiyle ‘velhasıl’ sereserpe bir çocukluk yaşayamadık.
Herhalde bu durumun yarattığı psikolojik bozukluk sonucunda, sokağa annemsiz ve babamsız her çıkışımda abur cubur dünyasıyla içli dışlı oldum. Dahası, ebeveynimizin bana ve kardeşime yaptığı baskıdan öç alırcasına, kendi kızıma ve oğluma her sokağa çıkışımızda dondurma, pamuk helva, macun, simit, fındık fıstık, mısır yeme önerilerinde bulunmaktan kendimi alamadım. Aksiliğe bakın, onlar da bizimkilere ve de ek olarak babalarına benzemiş oldukları için, benim altın değerindeki önerilerimi ‘şimdi canım istemiyor’ diyerek (sanki sözgelimi-mısırcı her köşede onları bekliyormuş gibi) geri çevirdiler. Onlar büyürken Frigo da her yerde satılmaz olmuştu...
‘Frigo’yu bilmeyenler için anlatayım. Çikolata ile buz arasında devinen, sanırım nişasta içeren tatlı bir gıdadır. Yaldızlı kâğıtlara sarılmış olarak satılır. Her zaman buzdolabında, en iyisi buzlukta durmalıdır. Satın aldığınızda hemen açıp yemelisiniz. Oysa daha açmaya başlamadan, yaldızlı kâğıttan akan sular dirseğinize inmiştir bile. Frigo’yu beş lokmada bitirmezseniz, zaten eriyip üstünüzü başınızı batıracaktır. İşte o benzersiz beş lokma boyunca -bence- dünyanın en keyifli lezzetiyle baş başasınızdır...
Son Frigo’mu 1996 yılında İstanbul Belediyesi Büyükşehir Şehir Tiyatroları’nın Fatih (Reşat Nuri Güntekin) Sahnesi’nde -rahmetli Sevda Şener hocamın şaşkın bakışları altında- yemiştim. Çok iyi anımsıyorum, çünkü ‘Silvanlı Kadınlar’ı izliyorduk, başrolü de yirmili yaşlarındaki Dolunay Soysert oynuyordu. Bense kırk beş yaşımdaydım ve kıdemli profesördüm!!!
Son zamanlarda televizyon reklamlarında bir ‘frigo’ muhabbetidir gidiyor. Eski Frigo Alaska yerine yeni marka(lar) mı çıkmış? Peşine düşmedim henüz. Biraz da korkuyorum eski lezzeti bulamamaktan. Öyle ya artık çocuk değilim; kırk beş yaşında bile değilim. Ağız tadımı çoktan değişmiştir belki de.
Hiç olmazsa anılarda kalsın geçmiş mutluluklar! İyi bayramlar. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

‘Öteki’nin dramı 22 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları