Ayşegül Yüksel

Erol Keskin’le tiyatroyu yaşamak

08 Haziran 2021 Salı

Erol Keskin’i 18 Mayıs’ta yitirdik. Eşi Suna Keskin’in anlattığına göre son zamanlarını, oyun sahneleme konusunu bıkmadan usanmadan gündemde tutarak geçirmiş. Sahnede yaşamış ve yaşlanmış bir sanat erinden başka ne beklenebilir...

Yaşamını öncelikle aktör, dahası yönetmen, senarist, tiyatro eğitmeni olarak değerlendiren bu ustanın oyuncu olarak belleğimizde oluşturduğu görsel ve işitsel izlerin belgelenmesini önemli sayıyorum. Bu nedenle, kişisel deneyimimden yola çıkarak yıllara bölüyorum, biriktirdiğim Erol Keskin imzalı kimi tiyatro anlarını.

GALİLEO’NUN YIKANMA KEYFİ (1970’LER)

1960’lı yıllara Keskin’in özellikle Brecht’in “Puntila”sındaki (Dormen Tiyatrosu) ve Kipphardt’ın İBBŞT yapımı “Oppenheimer Olayı”nda oynadığı başroller damgasını vurmuştu. Benim belleğimdeki en derin iz, sanatçının 1970’lerde Brecht’in “Galile’nin Yaşamı” oyununda ünlü bilgini yorumladığı anlardır. Oyunun başlarında Galileo banyo yapmaktadır. Kocaman bir leğenin içinde devinirken sesinden ve bedeninden mutluluk fışkıran bilgin, bir yandan da öğrencisi Andrea’ya gökbilimle ilgili yeni bulgularını anlatır. Bedensel zevk, Galileo’nun zihinsel coşkuları kadar değerlidir. Keskin, bu keyifli sahnede, bedenine acı verecek işkence aletlerinden korkarak bilimsel bulgularını reddedecek olan Galileo’nun yakın gelecekteki konumunu önsemektedir.

VAHŞİ BATI’NIN VAHŞİ ÇOCUĞU (1980’LER)   

Sam Shepard, uygar Amerikalı ile ilkel Amerikalı arasındaki açmazı tartışmaya açtığı oyunlarından “Vahşi Batı”da, annesinin büyütüp okuttuğu, meslek sahibi, nazik Austin ile serseri babasının izinden giderek çöl koşullarında yaşamayı seçmiş göçebe serüvenci Lee’yi buluşturur. İBBŞT yapımında uygar Amerikalı Cüneyt Türel, ilkel Amerikalı da Erol Keskin’dir. Uygar yaşamın nasıl darbe alabileceğini, Lee’yi canlandıran Erol Keskin gösterir bize. Tüm toplumsal kurallara sırt çeviren küstah ve alaycı duruşuyla kardeşini uygar yaşamda edinilmiş erdemlerin değersizliğine inandıracak, ancak buna karşılık kendisinin de uygar dünyada var olmanın gerektirdiği becerilere hiçbir zaman ulaşamayacağını anlayacaktır. Oyunun motoru, değersiz saydığı toplumsal kurallar olmaksızın başarılı olabileceğini savunan Lee’dir. Keskin’in Lee’deki yorumu, kaba sabalığıyla göz korkutan ama özentileriyle gülünç olan trajikomik bir adamın görsel ve sessel devinimiyle oyunu sarıp sarmalar.

‘TROYA İÇİNDE VURDULAR BENİ’(1990’LAR)

Tiyatro Araştırma Laboratuvarı’nın “Troya” oyununda Erol Keskin tek başınadır. Düz ve boş bir alanda, üstünden çok çeşitli kültürlerin geçmiş olduğu Anadolu topraklarında nasıl bir tiyatro ruhu canlandırılabilir sorusuna karşılık olarak, Akdeniz yöresinin en eski destanı olan Homeros’un “İliada”sının Troya’sından, Çanakkale Savaşı’nı da içine alarak günümüze dek uzanan yaşamın gizlerine ulaşmaya çalışan aktör… Göğü ve yeri kucaklayan bir zeybek mi, yoksa bir yakarış mı ya da doğayla bütünleşmenin törensel hazırlığı mı? Keskin, dakikalar boyunca bedenini ustaca çalıştırarak duyarlığımızı bu arayışa kenetlerken, bedensel devinimine soluk alış verişleriyle eşlik ediyor. Ritüeli çağrıştıran ama özgünlüğüne sahip çıkan bir performans…

‘SALI ZİYARETLERİ’ 2000’LER

Tiyatrokare yapımı iki kişilik bir Broadway oyunundayız. Jeff Baron’un bu metninde iki farklı kuşaktan iki “yalnızlaşmış” adam karşı karşıyadır. Erol Keskin, dinine ve törelerine sıkı sıkıya bağlı, yaşlı ve bağnaz Yahudiyi oynuyor. Karşısında, neden olduğu bir kazanın cezası olarak yaşlı adamı -bir süreliğine- her salı ziyaret etmek zorunda olan, Harvard mezunu, eşcinsel genci oynayan -dindar olmayan Yahudi- Yıldıray Şahinler… Uyuşmazlığın doruğa çıktığı bir noktadan, yalnızlığın eriyip gittiği bir dostluğa dönüşen öykünün dinamosu yine Keskin. Bu kez, bedeniyle değil, belirli bir sahnenin gerektirdiği anları, mimikleriyle, duruşuyla, sesiyle, konuşma biçimiyle denetleyen bir yorumcu var karşımızda. Sonunda ne olacağını daha ilk sahnesinde kestirebileceğimiz bir oyunu bize soluk soluğa izleten, işte bu -Keskin’e özgü- ustalık…

Tiyatro sevenlerin başı sağ olsun. Anthony Hopkins çapında bir oyuncumuzu yitirdik. Erol Keskin’in de Hopkins gibi Shakespeare’in “zor adam”ı Kral Lear’i oynamış olması rastlantı olmasa gerek…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Özdemir Nutku anlatıyor 3 Aralık 2024

Günün Köşe Yazıları