Ayşe Emel Mesci

Linç kültürü

05 Haziran 2023 Pazartesi

1983 yılında Yılmaz Güney’in son filmi olan “Duvar”ın gösterimi için Cannes’daydık. Önceki yıl “Yol” ile Altın Palmiye’yi alan Güney, ertesi yıl da festivale Tuncel Kurtiz ve benim de rol aldığım “Duvar”la katılıyordu. Film gösterildikten sonra Yılmaz Güney ile birlikte basın toplantısına katılmış, ardından da birlikte dışarı çıkmıştık. Fotoğraf çekmek için toplanmış muhabirlerin, fotoğrafçıların arasından birdenbire iyi giyimli bir genç kadın avaz avaz bağırmaya başladı: “Vatan hainleri! Kenan Evren babamızı size yedirtmeyeceğiz! Sizin ne hakkınız var Türkiye’yi kötülemeye?”

O sırada 12 Eylül 1980 rejimi hâlâ yürürlükteydi, daha 1983 seçimleri bile yapılmamıştı. Ama yüz binlerce insanı gözaltına almış, işkence etmiş, öldürmüş, hapislerde çürütmüş, sürgüne gitmek zorunda bırakmış, onlarcasını idam etmiş bir askeri rejimi eleştirmek, Türkiye’yi kötülemek olarak algılanabiliyordu demek. Gerçi o genç kadın bu saldırıyı yaptığında yalnızdı, Fransa’daydı, Cannes Film Festivali ortamındaydı. Ne kendisinin başına bir şey geldi ne de bizim... Ama bunun bir zihniyet sorunu olduğu gerçeği değişmedi.

DEĞİŞMEYEN ZİHNİYET

Bu zihniyetin kendini bütün gücüyle dışa vurduğu örneklerden biri, 1999 yılında bir ödül gecesinde Ahmet Kaya’ya yapılan linç girişimiydi. İş daha sonra öyle tırmandırıldı ki Ahmet Kaya gibi herkesin sevgilisi olmuş bir sanatçı Türkiye’de barınamayıp Paris’te sürgünde hayatını kaybetti.

Bu yıl da Cannes Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan’ın “Kuru Otlar Üstüne” adlı filmindeki rolüyle en iyi kadın oyuncu ödülünü kazanan Merve Dizdar’ın karşısında, ödülünü alırken yaptığı konuşmadan ötürü, aynı zihniyet tekrar hortlatılmaya çalışıldı. 12 Eylül döneminden günümüze ne yazık ki hiçbir şeyin değişmediğini bir kez daha görmüş olduk. İş artık o hale gelmiş ki kültür ve turizm bakanının eşi bile Dizdar’ı tebrik ettiği için saldırıların hedefi olabiliyor. Toplumun kutuplaştırılması için öyle bir seferberlik yapılmış ki sağduyu bir türlü öne çıkamıyor, hep en öfkeliler, hep en çok bağıranlar, hakaret edenler ağır basıyor. Yoksa ne demiş ki Dizdar? Ödülünü, “umut etmekten vazgeçmeyen tüm kız kardeşlerine” ve “Türkiye’de hak ettiği güzel günleri yaşamayı bekleyen tüm mücadeleci ruhlara” armağan ettiğini söylemiş. Türkiye’de yaşayan her kadının altına imza atabileceği sözler bunlar. Ama tabii kendilerine her durumdan vazife çıkaranlar var Tamer Karadağlı gibi. Bu sözleri, “ilk fırsatta ülkesini şikâyet etmek” diye yorumlayıvermiş el çabukluğuyla. 12 Eylül faşizmiyle karşı karşıya kalırsınız, sürgün gitmek zorunda kaldığınız ülkede askeri rejimi eleştirmeniz “ülkesini kötülemek” diye yorumlanır. Bir ödül alırsınız, “kız kardeşleriniz” ile ilgili bir çift söz etmek istersiniz, “Ülkesini şikâyet etti” olur. Bilmem farkında mısınız? Asıl bu tahammülsüzlük, böyle bir ödül kazanmış sanatçısını kucaklamak yerine söylediği iki cümleye karşı gösterilen bu kin, “sus otur aşağı” tavrı, asıl bu linç kültürü bu ülkeyi tüm dünyanın gözünden düşürüyor, asıl bu zihniyet bu ülkeye en büyük kötülüğü yapıyor. 

BİR BAŞKA ÖDÜL GECESİ

Yılmaz Güney’le başladım, onunla devam edeyim. 2 Haziran’da CKM’de, Yeni Tiyatro Dergisi’nin düzenlediği 10. Uluslararası Tiyatro Ödülleri gecesinde, “Boynu Bükük Öldüler” en iyi yapım ödülünü kazandı. Yılmaz Güney’e 40 yıl önce verdiğim sözü tutmuş olmanın mutluluğunu sahneden bir kez daha dile getirdim. Ve ödülümü inanılmaz bir ihmaller zinciri sonucu yitirdiğimiz, değerli tasarımcı, güzel insan Ali Cem Köroğlu’na adadım. Unutmadığımı, unutturmayacağımı bir kez daha hatırlatmak istedim bu çabuk unutan memlekette.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Buzdağının altı 4 Kasım 2024
Toplumsal çürüme 21 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları