Aydın Engin

Biçilmiş ot kokusu

29 Ağustos 2016 Pazartesi

Yazıya oturdum. Ama o cümle peşimi de, yakamı da bırakmıyor.
Konu kıtlığı ne söz, konu bolluğundan boğulacak gibi olduğumuz günlerdeyiz.
6. gününde kördüğüme dönüşmekte olduğunun bütün göstergelerini taşıyan Cerablus var.
Abdullah Öcalan’ın sağlık durumu hakkında güvenilir bilgi alana, bir buçuk yılı aşkın uygulanmakta olan tecrit son bulana kadar eylemleri çoğaltmak ve yükseltmek kararını açıklayan PKK var. Çoğalacak ve yükseltilecek eylemlerin ne olduğunu kestirebilecek kadar deneyimim var...
“Allah’ın bize bir lütfudur” diye tanımlanan darbe girişimi sonrasında hukuku yok etme hakkını kendinde görmüş bir siyasal iktidar var.
Sağlıklı bir demokrasinin olmazsa olmazı sayılan “devlette kuvvetler ayrılığı” ilkesini ayak bağı olarak gören ve bunu böyle gördüğünü saklamayan bir siyasal iktidar var.
Onca yıllık Gülhane Tıp Akademisi’nin adını Sultan Abdülhamid olarak değiştirip laik Cumhuriyet’le 93 yıldır bitmeyen hesaplaşmalarında bir adım daha atan siyasal İslamın iktidarı var...
Var, var, var...
Herhangi birini al, kolayca bir Tırmık yaz.
Ama o cümle...
Yakamı ve peşimi bırakmayan o cümle:
“Hapishane bilmediğin yer değil ki abi, niye yazmıyorsun, niye bizim sesimizi duyurmuyorsun?
Odamdaki en kalın klasör hapishane mektuplarından oluşuyor. Manisa’dan Kırıkkale’den, Trabzon’dan, Van’dan, Tekirdağ’dan, Kırklareli’nden, İzmir’den, Tunceli’den, Silivri’den, Bakırköy’den yollanmış; incecik el yazılarıyla kâğıtta boş yer bırakmamacasına doldurulmuş ve her satırından acı çığlıkları, haksızlıklara itiraz, hapishane yönetimlerinin ahlak ve vicdanla bağdaşmaz zulümlerini anlatan tutuklu ya da hükümlü mektupları...
Herbiri bir değil birkaç Tırmık doldurmaya yeter ve değer mektuplar...
Bilen bilir, epey girip çıkmışlığım; uzun, kısa yatmışlığım var. Koğuşta da yattım, iki kişilik hücrede de. Volta arkadaşlığının da önemini, silinmez anılar biriktirten değerini bilirim.
“O cümle”nin yakamı da peşimi de bırakmayışının, kafamda burgu, yüreğimde sancı oluşunun sebebi galiba bundan...
Özgürlük için bir protesto eylemine katılmış genç bir öğrenci... Saçlarından sürüklenerek gözaltına alınmış, acımasızca hırpalanmış bir başka genç kız... Mesleğinin ak adına kara çalmamış ve kalemini yalakalığın değil gerçeğin hizmetine sunmuş kadın ya da erkek gazeteci, ille de haberci ve çoğu genç...
Gözlerini sanık iskemlesinde dikilene çevirmekten kaçınan bir savcının “Tutuklanmasını talep ederim” cümlesine soğuk ve vurgusuz bir sesle “Tutuklanmasına karar verilmiştir” diyen bir yargıç...
Sonra kapısı demir parmaklıklı dört duvar arasına tıkılmışsındır.
Çaresiz ve yalnızsındır. Adalet, sadece adalet istersin. Tutuklunun ve mahkûmun da haklarının yer aldığı anayasa ve yasalara yaslanmak istersin ve yaslandığın ya duvardır, ya ranzanın soğuk demiri... Çaresizsindir. Direnmek için koğuşu ateşe vermeyi düşünürsün. Bazen verirsin de. Sadece zulmün daha da tırmanmasına yarar. Direnmek için açlık grevine başlarsın. Umursanmaz. Bedenini mermi yapıp namluya sürer, ölüme yolculuk edersin. Yine umursanmaz...
Sorarsın: Hapishane bilmediğin yer değil ki abi, niye yazmıyorsun, niye bizim sesimizi duyurmuyorsun?
Mektubun bundan da acı bir cümlecik ile biter:
- Biliyor musun abi, en çok biçilmiş ot kokusunu özledim...
Ağlarsın. Yazarken ağlarsın...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

25 ay 13 gün sonra 16 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları