Altan Öymen

Kopenhag - Ankara

04 Ekim 2023 Çarşamba

Geçen haftaki yazımın başlığı şuydu: O konu, cumhurbaşkanının yaptığı Avrupa’yı terk mi ediyoruz? Meclis konuşmasıyla, daha da güncelleşti. Diyor ki konuşmasında Sayın Erdoğan:

“Biz Avrupa Birliği’ne verdiğimiz her sözü tuttuk. Ama onlar bize verdikleri sözlerin neredeyse hiçbirini yerine getirmediler.”

Karşılıklı “verilen sözler”le ilgili olarak da “Kopenhag Kriterleri” diye bilinen ilkelere değiniyordu Erdoğan.

Kopenhag Kriterleri, malum, Avrupa Birliği’nin, o birliğe katılmanın şartı olarak belirlediği ilkeler. O ilkeler, aslında bizim de başlangıçtan beri üyesi olduğumuz “Avrupa Konseyi”nin ilkeleri... Ama Kopenhag’da, Avrupa Birliği’ne üye olmanın koşulları haline de geldi. 1995’teki Madrid Zirvesi’nde daha da belirginleştirildiler. 2005 yılında da AKP’nin iktidarda bulunduğu Türkiye’nin tam üye olması müzakerelerinin başlaması kararı alınırken, AKP hükümeti tarafından da ilke olarak kabul edildiler...

Ben 2005’te o kararın alınıp ilan edildiği Lüksemburg toplantısını izleyen gazeteciler arasındaydım. AB’nin tüm üyelerinin temsil edildiği o toplantıda, başta Türk delegasyonu ve gazetecileri olmak üzere bundan oradaki herkes çok memnundu.

O sonucun, Lüksemburg’dan Türkiye’ye de yansıması üzerine, başta iktidar mensupları olmak üzere, Türkiye’de büyük kalabalıkların katıldığı ve havai fişeklerin patlatıldığı görkemli gösteriler yapılmıştı.

Sonra da görüşmeler başlamıştı, Türkiye’yle Avrupa’nın temsilcileri arasında. “Kopenhag Kriterleri”ne uyum konusu da müzakerelerin konusu halindeydi.

Aslında, başlangıçta Türkiye’nin o müzakerelerin konuları arasında fazla bir sorunu yoktu... Fakat zaman geçtikçe başladı o sorunlar. Özellikle de Türkiye’de adalet alanında çıkan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne de intikal eden davalar ve uygulamalarla ilgili olarak... Önce “Ergenekon, sonra Balyoz, daha sonra çeşitli isim altında başlayıp, bazıları birleştirilen birtakım davalar, ki sonradan aralarında sahte delillere dayanılarak başlatıldığı saptananlar da vardır... Ve 12 yıl öncesinden bugünlere kadar çeşitlenerek sürdürülen Gezi iddianameleri, davaları...

Bunlar Türkiye kamuoyunda da sorunluydular. Ve Türkiye’yle yapılan antlaşmalar, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin konusu da olabiliyorlardı.

Bunlarla ilgilenmek ve haklarında görüş bildirmek, Avrupa Konseyi’nin ve Avrupa Birliği’nin bizimle yaptığı anlaşmaların gereğiydi. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin o konudaki yetkilerini kabul etmek, bizim anayasamızın da gereğiydi.

Hal böyleyken, Türkiye’deki bazı yetkili siyasetçilerin demeçlerinde, böyle bir gereğin varlığının göz ardı edildiğinin örnekleri birbirini izliyordu.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın da “Avrupa”ya yönelik eleştirilerini sonuca bağlarken açıkladığı bir seçenek ise şuydu:

“(Bize karşı) haksızlıklarından geri dönerlerse, kendi yanlışlarını düzeltmiş olurlar. Yapmazlarsa, siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri olarak bizden herhangi bir beklentiye girme hakkını tümüyle kaybederler...”

Kopenhag yerine Ankara

Ve “Kopenhag Kriterleri” için de şöyle diyordu Erdoğan:

“Biz, demokrasi, adalet ve özgürlükler noktasında ‘Kopenhag Kriterleri’ni, gerekirse ‘Ankara Kriterleri’ yapar, gene yolumuza devam ederiz.”

Erdoğan, bu fikrini daha önceki bir başka “Avrupa-Türkiye” polemiğinde de dile getirmişti. Ama o zaman durum hayli değişikti. Türkiye, henüz anayasa değişikliği yapıp bugünkü “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denilen sisteme geçmemişti. Parlamenter sistem devam ediyordu. Erdoğan başbakandı. Hükümetin ve Meclis’in yetkileri, yerli yerindeydi. 1982’de askeri yönetimce yapılan ve hak ve özgürlükleri daraltan anayasa değişikliklerinin en azından bir kısmı, kaldırılmıştı. Yani, demokratik bir devletin kurallarından bugünkü kadar uzaklaşmamıştı Türkiye... Yapılabilecek bazı iyileştirmelerle, Kopenhag kurallarına daha da yaklaştırılabilirdi rejim... Bugün ise aradaki uzaklığın büyüklüğünü fark etmek için sadece birkaç gerçeği görmek yeter...

Bunun için Kopenhag Kriterleri’nin birkaçına bakıp, bizimkilerini hatırlayalım.

Siyasal kuralların bir kısmı, ilkeler halinde... Ama uygulanmasının devamlı olması esas. İlk dört madde şöyle:

  • İstikrarlı ve kurumsallaşmış bir demokrasinin var olması.
  • Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğü.
  • İnsan haklarına saygı.
  • Azınlıkların korunması.

***

Sonra daha somut konulara ve ayrıntılara geçiliyor.

Mesela, “kadınlara karşı her türlü ayrımcılığın yasaklanmış olması”.

Bizim şimdiki durumumuz ise şöyle: O konudaki kuralları içeren “kadın hakları sözleşmesi”, -Türkiye’de imzalanmış olan ve “İstanbul Sözleşmesi” diye anılan sözleşme- var iken, sonradan iptal edilip yok olmuş...

Mesela, idam cezalarının yasak olması uygulamasına çok şükür uyuluyor ama o cezanın yeniden getirilmesini isteyen politikacılar, iktidar ve ortaklarının yetkilileri arasında eksik değil.

Ekonomik alanda, piyasa ekonomisini esas alan uluslararası ve ulus içi ekonomik ilişkilerde arz-talep dengesi gözeten ama fiyat istikrarını gözetmeyi de hiç ihmal etmeyen kuralar var.

“Fiyat istikrarını içeren bir ekonomik istikrara ulaşılmış olması ve sürdürülebilir dış dengenin varlığı” temel hedeflerden biri.

Kopenhag Kriterleri’nin yerine geçebileceğinden söz edilen bizim “Ankara Kriterleri” arasına böyle bir ilkenin konulması da belli ki o kadar kolay değil.

Konuya, bir sonraki yazıda devam etmek dileğiyle...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kayyumlu rejim... 6 Kasım 2024
Kutlu olsun... 30 Ekim 2024
İstanbul Sözleşmesi 23 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları