Altan Öymen

Eylül günlerindeki savaş ve barış...

04 Eylül 2024 Çarşamba

Bu haftalarda Cumhuriyet tarihimizin önemli günlerinin yıldönümleri var. 30 Ağustos’ta, Kurtuluş Savaşımızı başarıya ulaştıran askeri zaferin 102’inci yıldönümünü kutladık.

1 Eylül günü ise biz de dahil, birçok ülkede “Dünya Barış Günü” olarak anılan çok önemli bir gündü. Aslında, dünyanın bugüne kadar görüp yaşadığı en büyük savaşın başlangıç günüydü. Asker, sivil yaklaşık 70-80 milyon insanın ölümüne neden olmuştu o savaş. Yaralanan ve büyük bir kısmı sakat kalanların sayısı da 40-50 milyon civarındaydı. Rakamlar, elde edilebilen bilgilere, ama bir ölçüde de tahminlere dayanıyordu. Başta savaşın sonuna doğru Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki’deki hedeflerine atılan atom bombalarının dehşet verici sonuçları ile Almanya’da savaştan kaçıp sığınacak yer arayan sivilleri hedef alan “Dresden’in bombalanması” gibi saldırılar hatırlanırsa, ölü ve yaralıyla ilgili sayılarının abartılmış olduğu düşünülemezdi.

Birçok ülkedeki şehirlerin sanayi tesisleriyle, konutlarla dolu bölgelerinin, hastaneleri, kreşleri, okulları dahil, her yerine yönelik bombalamaların sonucu olan hasarların da hesabını kesin olarak saptamak mümkün değildi.

O akıbete uğrayan şehirlerden bazısındaki yöneticiler, bombaların neden olduğu enkaz yığınlarını bir araya toplayıp üstlerine bolca toprak yığarak “yapay dağlar, tepeler” oluşturmuşlardı.

O gerçeklere bakılarak, İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç günü olan 1 Eylül’ün, dünya çapında bir “yas günü” olarak hatırlanması da mümkündü. Ama savaş sonrasındaki dünya kamuoyunda, o dönemin, tüm acı olaylarıyla birlikte gerçekçi olarak hatırlanmasının ve daha sonraki kuşaklar tarafından daha iyi fark edilmesinin isabetli olacağı fikri yaygınlaşmıştı. O fikrin temeli bizim İstiklal Marşı şairimiz Mehmet Akif’in ünlü şiirindeki duruma da uygundu:

“Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar.

Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?”

Yani: İbret alınmalı, geçmişteki olaylardan. Ve dünyanın artık yeni yeni büyük savaşlara uğramamasını sağlamaya çalışmalı. Zaman içinde de sürekli bir barış içinde yaşayacak bir dünyaya ulaşmalı.

***

Bizim bugünkü iktidar partimizin sözcüleri, aslında Mehmet Akif’i beğenirler doğal olarak. Ama o şiiri fazla hatırlamıyorlar.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bu “savaş ve barış” konularındaki politikalarının temeli gene bir eylül gününde atılmıştı: 4 Eylül 1919’da. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Kongresi’nde. Bugün o kongrenin toplantısının açılış gününün 95’inci yıldönümündeyiz. Kutlu olsun.

Türkiye’nin imkân bulunan her bölgesinden seçilerek Sivas’a gelen delegeler, o 4 Eylül’ü izleyen günlerde, o cemiyetin kuruluş işlemlerini tamamladılar. Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında bir “Heyet-i Temsiliye” (Temsil Kurulu) oluşturdular. Cemiyetin resmi kuruluş amacı, Türkiye’nin Anadolu ve Rumeli topraklarında hukukun hâkim olmasını sağlamak için çalışmaktı. Tabii, o “hukuk”un çiğnenmesi halinde, çiğneyenlere karşı mücadele etmekti. O mücadelenin hazırlıklarını tamamlamaktı.

Sivas’ta başlayan o mücadele, daha sonra -23 Nisan 1920’de- Ankara’da kurulacak olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin oluşumunun da temeli haline geldi.

TBMM ise, bir yandan Türkiye’nin işgal altına girmemiş olan bölgelerinin yönetimini sağlamaya çalışırken, bir yandan da, İzmir’den başlattığı işgal hareketini Anadolu içlerine kadar sürdürmeye çalışan Yunan ordularına karşı Kurtuluş Savaşı’nın yönetimini de üstlenmişti. Meclis’in de başkanı olan Mustafa Kemal Paşa, Türkiye Meclisi ordularının da başkomutanıydı.

O savaş da, Sakarya Savaşı’yla başlayan muharebelerle, o zaman Akdeniz kapsamında sayılan Ege Denizi’ne ulaşmayı hedeflemişti. O hedefe de 9 Eylül 1922’de, İzmir’in kurtarılmasıyla ulaşıldı.

Sonra, Mudanya’daki mütareke görüşmeleri... Daha sonra Lozan Konferansı derken, sıra Türkiye’nin bağımsız bir devlet olarak, Cumhuriyet’i ilan etme hazırlıklarına geçmesine geldi.

***

O hazırlıkların ilk aşaması da,  gene bir Eylül ayında gerçekleşti. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin TBMM içindeki grubunun Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğindeki mensupları, cemiyetin bir parti haline gelmesinin hazırlıklarını yaptılar ve Halk Fırkası’nı kurdular. Yani, daha sonra “Cumhuriyet Halk Partisi” adını alacak olan, bugünkü CHP’yi.

O işlemin de gerçekleşmesi, gene bir eylül günündedir. 9 Eylül 1923 günü.

Sonra... Daha önce kaldırılmış olan saltanatın yerine 29 Ekim’de Cumhuriyet’in ilan edilmesi... O zamanki adıyla Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın cumhurbaşkanlığına seçilmesi...

Ve daha sonra devrimler... Her alandaki kalkınma hamleleri... Medeni kanun, öğretim birliği, laiklik, kadın haklarının tanınması...

Ve dış politikanın temel ilkesinin de hayata geçirilmesi.

O zamanki deyimle:

“Yurtta sulh, cihanda sulh.”

Bugünkü deyimle:

“Yurtta barış, dünyada barış.”

***

Yazımın başlarında 1 Eylül’den söz ettik. İkinci Dünya Savaşı’nın başlangıç gününden. O savaş, dünyanın o zamana kadarki en büyük savaşıydı. O savaşa fiilen katılan ülkelerin sayısı saymakla bitmez.

Yakın ve uzak komşularımız arasında savaşa fiilen katılmamayı başarabilen ve savaş öncesi sınırlarını aynen muhafaza eden ülkeler arasında bir tek Türkiye vardır ki, ne doğrudan doğruya savaş yüzünden ölen bir tek insanı olmuştur, ne de “savaş yüzünden” kaybettiği bir karış toprağı vardır.

Ve o savaş sırasında çağdaşlaşma yolundaki gayretlerini sürdürmeye devam etmiştir. “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesine bağlılığını da muhafaza ederek.

Dilerim, bundan sonraki eylül aylarımızda, ülkemizin bugünkü büyük sorunlarını aşıp, o ilkenin gereklerine daha uygun zamanlara ulaşırız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Hangi alanda iyiyiz? 20 Kasım 2024
Atatürk ve İnönü 13 Kasım 2024
Kayyumlu rejim... 6 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları