Altan Öymen

Demokrasiden ‘kurtuluş’ yolu(!)

14 Ağustos 2024 Çarşamba

Gazetelere, radyo ve televizyonlara, internet yayınlarına uygulanan soruşturma, kovuşturma, ilan kesme, yayın yasağı, ekran karartma gibi çeşitli baskı metotlarından sonra sıra artık, “sokak röportaj”larına katılıp o önlemleri eleştiren yurttaşlara yönelik tutuklamalara geldi. İzmir’de, iktidarla ilgili eleştirilerini dile getiren “Dilruba” adlı Karşıyakalı bir kadın yurttaş, sabah vakti evinden alınıp nöbetçi mahkemeye sevk edilerek tutuklandı. Karara itiraz edildi ama sonucu, ben bu satırları yazmaya kadar belli olmamıştı. Dünkü Cumhuriyet’in haberinin metninde hatırlatılıyor: RTÜK başkanı, bu olaydan hemen önce, o gelişmenin yolda olduğunu bildirir gibi bir demeç vermişti. Özetle demişti ki:

“Medyanın ve sosyal medya platformlarının içeriklerini daha dikkatle izleyeceğiz. Sokak röportajları ile yurttaşların görüşleri denetim altına alınabilecek.”

RTÜK malum: Kurulduğu vakitlerdeki temel görevi, radyo ve televizyon yayınlarının, iletişimle ilgili temel hak ve özgürlüklere uygun olmasının sağlanmasına katkıda bulunmaktı. O yayınların gerek yayıncılarına, gerek katılımcılarına karşı baskıcı önlemler alınmasına değil.

Bu son gelişme, ülkemizdeki basınyayın özgürlüğünün -Oktay Ekşi’nin kullandığı daha kapsamlı deyimle- “iletişim hak ve özgürlüğü”nün başına gelenlerin ne kadar arttığını ve daha da artmaya devam edebileceğini gösteren örneklerden biri...

***

“Örneklerden biri” diyorum. Aslında “temel hak ve özgürlükler” alanındaki örnekler saymakla bitmez... Sadece iletişim alanında değil, toplantı ve gösteri hak ve özgürlükleri alanından, seyahat hak ve özgürlüğü alanına kadar...

O alanlardan her birinde, tutukluluk koşulları da oluşmadan gözaltına alınıp tutuklanan, aylar ve yıllarca tutuklu hali sürdürülüp “yargısız infaz”a uğratılan insanlar var...

Osman Kavala’dan Selahattin Demirtaş’a, “Gezi olayı” sanıklarına kadar...

***

Dünkü Cumhuriyet’te Alman Parlamentosu’nda milletvekilliği ve Avrupa Konseyi’nde delegelik yapmış olan Türk profesör Hakkı Keskin’in yazısında hatırlatılıyordu: Mesela, Kavala hakkındaki dava ile ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları... Bizim de kendi anayasamıza göre uymayı kabul ettiğimiz İnsan Hakları Mahkemesi’nin o görüşüne göre, Kavala’nın işlemiş olduğu iddia edilen suçların hiçbirinin makul bir gerekçesi bulunmadığı belirtiliyordu.

Prof. Dr. Keskin, Can Atalay’ın durumuna da değiniyordu. Onun durumunun da, gene Türkiye’nin -bağlı olduğu uluslararası antlaşmalar dolayısıyla- üstlendiği yükümlülüklerle bağdaşmadığını belirtiyordu. Ve genel olarak şunları yazıyordu:

“Türkiye’nin AİHM kararını uygulaması, Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nden doğan bir yükümlülüğü olduğu kadar, hukuk devleti olmanın da gereğidir. Türkiye Barolar Birliği 12.07.2022 tarihli açıklamasında, ‘Türkiye’nin AİHM yeni kararını uygulamamakta ısrar etmesi, Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden ihracına kadar uzanan yaptırımlar uygulamasına yol açacaktır’ demiştir.

Böyle bir durumun, Türkiye için çok yönlü ve ağır sonuçlar doğuracağının bilinmesi ve hükümetin bu yanlıştan ivedi olarak dönülmesi için gerekeni yapması kaçınılmazdır.”

***

Zaman zaman örneklerine rastlanıyor, profesör Hakkı Keskin’in yaptığına benzer açıklamalara “Biz başka ülkelerin istediğini yapmak zorunda mıyız?” diye “itiraz”lar ortaya çıkıyor. Ama o itirazcılar, şu gerçeği hatırlamalıdırlar: Türkiye, Avrupa Konseyi’nin ilk üyelerinden biridir. Daha sonra da İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uymayı, uymazsa uygulanacak müeyyidelere razı olmayı kendi imzasıyla kabul etmiştir.

Bu gerçek ortadayken, bazı politikacıların, “Biz Avrupa’yı falan dinlemeyiz. Biz bildiğimizi okuruz” havasına girmeleri, aslında daha önceki iktidarların başlattığı ve devam ettirmeye çalıştığı demokratikleşme sürecini terk edip daha da otoriterleştirme yoluna girme isteğinin ve bölgemizdeki “demokrasisiz” ülkelere benzeme merakının göstergesidir.

Dileriz, o eğilimin yandaşlarının sayısı, kısa zamanda azalır... Ve milletimiz, 1923’te temelini attığı ve 1940’lardan sonra da -önüne çıkan engelleri aşarak sürdürdüğü- “demokratikleşme” yolundaki ilerlemesine yeniden başlar.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları