Altan Öymen

Başlangıçtaki hedefi unutmayalım...

02 Ağustos 2023 Çarşamba

“Altılı masa” niçin kurulmuştu? Hatırlayanlar giderek azalıyor. Ama belgeleri altı partinin de arşivlerindedir. Ayrıca bazı gazetelerin, televizyonların yayınlarına da yansımıştır. (“Bazı gazetelerin” derken tabii, sayıları giderek azalsa da muhalefetin faaliyetiyle ilgili haberlere de gereği gibi yer vermeye devam edebilen gazeteleri, televizyonları kastediyorum.)

O kuruluşun başta gelen amacı, bugünkü “tek adam sistemi”ni değiştirmeye ve onun yerine yeniden -daha da geliştirilmiş- bir parlamenter sistemi getirmeye çalışmaktı.

O amaca ulaşmanın ilk hedefi belliydi: Gerek cumhurbaşkanı gerek milletvekili seçimini kazanmak...

Altı parti, o yolda güçlü ve inandırıcı bir işbirliği oluşturacaklardı. Seçimi kazanıp iktidara geçerlerse o süreci hemen başlatacaklardı.

Elbette, o geçiş süreci içinde de ülkenin yönetimiyle ilgili diğer çalışmalar yapılacaktı. Gündemdeki sorunların tek tek en kısa zamanda ve en isabetli şekilde çözülmesine çalışılacaktı. Ama o sorunların çoğunun oluşmasının ve sürmesinin başlıca nedeni, zaten o “tek adam sistemi”nin varlığıydı. O sistemin yerine yeniden sağlıklı bir parlamenter rejime kavuşma süreci ilerledikçe o güncel sorunların büyük bir kısmının çözümü de kolaylaşacaktı.

Mesela ekonomi alanında, bir yandan enflasyon, yoksulluk, açlık, çaresizlik, umutsuzluk manzaraları... Bir yandan da “İtibardan tasarruf olmaz” gerekçesiyle sürdürülen bol bütçeli, çok personelli, koruma arabası konvoyları, uçaklarıyla sürdürülen görkemli bir Saray hayatı...

O arada, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında uygulanan ve devleti büyük borçlar altına sokan “kapitülasyon dönemi” anlaşmalarının benzerleri imzalanarak belirli müteahhitlerin servetine servet katan “yapişlet-devret” uygulamaları...

Bunlardan bir kısmının çözüm yoluna girmesi iktidardaki iradenin niyetine, talimatına bağlı. O süreçler hemen başlatılacaktı.

***

Adalet alanında: Anayasanın 38’inci maddesindeki çok açık ve kesin ifadenin tamamen yok sayılması. Maddenin o fıkrasını burada da hatırlatalım:

“Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında, mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez, genelge gönderemez, tavsiye ve telkinde bulunamaz.”

Madde, kimse, “emir ve talimat” vermek bir yana “Tavsiye ve telkinde de bulunamaz” diyor. Ama o madde hâlâ yürürlükteyken devletin içişleri bakanı dahil, grup başkanvekili dahil, parti erkânından kim isterse hem de televizyon kameraları önünde “Şu kişi suçludur, o kişi tahliye edilmemeli”, “Tahliye edildiyse yeniden tutuklanmalı” anlamına gelen isteklerini dile getirebiliyor. Mahkemelerde o istekleri yerine getirmeyen hâkimler ve savcılar ise -en azından- görev yerlerinin değiştirilmesi gibi kararlar ve uygulamalar karşısında kalabiliyor. Böylece öteki hâkimlere de hatırlatılmış oluyor, eğer “siyasi erk”in istediklerini yerine getirmezlerse başlarına nelerin gelebileceği...

Bu büyük sorunun da hal yoluna girmesi için anayasa değişikliğini beklemeye gerek yok. Mevcut iktidarın değişmesiyle birlikte, adalet mekanizmasına talimat vermek bir yana, telkinde veya tavsiyede veya imada bulunma alışkanlığı da ortadan kalkacaktı. Haksızlık ve hukuksuzluklara son verilmesi, gene hukuk ve kanun yoluyla mümkün olacağı için, o alanda da gerekenlerin yapılması başlayabilecekti. Geçmiş yıllardaki hukuksuzluklara karşı yapılan itirazlar da gene hukuk yoluyla sonuca bağlanabilecekti.

***

Evet bütün bu beklentiler son cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimlerinde gerçekleşmedi. Ama o seçimler sırasında bir şey daha belli oldu:

Ülkemizin bugünkü yönetim sistemi içinde demokrasinin olmazsa olmaz koşullarından birçoğunun gereği yerine gelemiyor. Seçimlerden önceki propaganda süreci de dahil, seçime katılan siyasal partilerin eşit koşullar altında bulunmaları kuralı işlemediği gibi, medyaya yapılan baskılar devam ediyor. Televizyonların “ekran karartma” cezaları gibi, kendi programlarını kesip onun yerine TRT’nin iktidar destekçisi belgesellerini yayınlama zorunluluğu altında tutulmaları gibi, TV yöneticilerinin gözaltına alınmaları gibi müdahaleler birbirini izliyor.

Üstelik, şunun da farkına varmalıyız: Bütün bunlar ve benzeri uygulamalar, gittikçe daha da artıyor, çeşitleniyor ve şiddetleniyor.

Bütün bunların sonucu olarak da ülkemizin demokratik bir ülke olmaktan uzaklaştırılması, daha da hızlanıyor. 

***

Evet, bu son iki turlu seçimde altı partinin yaptığı işbirliği, yeterli sonuca ulaşamadı. Fakat o sonuç, kimseyi “Bundan sonrası da böyle olabilir” kötümserliğine sürüklememelidir. Tam tersine, Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasiye inanan insanları, bu son seçim sürecinde olan bitenleri gerçekçi gözlerle değerlendirerek, gelecek ilkbahardaki yerel seçimde, bu gidişi tersine çevirecek bir süreci, gene de başlatabilirler.

Bu dilekle, Cumhuriyet okurlarına saygılarımı, sevgilerimi sunarım.

Not: Yazılarımda bir “sayfa ve gün değişikliği” oldu. Bundan sonraki sayfa yerim burası, günüm de çarşamba günü olacak. A.Ö.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kutlu olsun... 30 Ekim 2024
İstanbul Sözleşmesi 23 Ekim 2024

Günün Köşe Yazıları