Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Misak-ı Milli ile kurtulduk

23 Aralık 2017 Cumartesi

İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul’da toplanmasının üzerinden henüz bir hafta geçmeden, Trump’ın Kudüs kararını reddetme önerisinin, BM Güvenlik Konseyi’nin 15 üyesinden 14’ünün oylarına karşılık, ABD’nin vetosu ile geri çevrilmesinin ardından bütün İslam âleminin gözlerinin BM Genel Kurul toplantısında yapılacak Kudüs görüşmelerine çevrildiği bir sırada, Birleşik Arap Emirlikleri Dışişleri Bakanı Abdullah bin Zayed ile Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan arasında patlak veren nahoş tartışma kimilerinin akıllarını başlarına getirememiş ise, bundan sonra da bir daha asla getiremeyecek demektir.
Yok, yok gâvura kızıp oruç bozar gibi, Abdullah bin Zayed’e kızıp kafa bozarak, “bizi sırtımızdan hançerleyen Araplar!” teranesini yeniden ısıtıp önünüze sürecek değilim. Zira haddini bilmez Bin Zayed’in kahraman “Medine müdafii” Fahreddin Paşa’yı kutsal emanetler hırsızlığıyla suçlamaya kalkması ne denli edepsiz bir gaflet ise, “bizi sırtımızdan hançerleyen hain Araplar” teranesi de o denli büyük bir tarihi aymazlıktır ki bundan zamanında uyanamamamızı şimdiye dek yeterince pahalıya ödedik.

***

Hıfzı Topuz’un Namık Kemal’i anlattığı kitabının “vatan şairi”miz ile Batılı aydın Dandrino’nun konuşmasına yer verdiği bölümünde, Namık Kemal’in kaybına üzüldüğü vatan topraklarının yasını tutmasını eleştiren Avrupalı aydın şunu söyler:
- Oralar sizin değil, başkalarının vatanı, siz orada yabancısınız!
Osmanlı aydın ve yurtseverinin açmazını bu hayali diyalogdan daha iyi vurgulayan bir sahne bulunamaz. Vergi gelirlerine yabancı güçler tarafından el konulmuş, öz toprakları üzerinde ve başkentinde yargı erki dahil, egemenlik hakları yabancılar tarafından parsellenmiş Osmanlı, kendisini üzerindeki hükmü gerçekten bekçilikten öteye geçmeyen toprakların egemeni sanıyor, buraları asıl sahiplerinin desteği de olmaksızın elinde tutmak için Anadolu çocuklarının kanlarını döküyordu. Bu ortamda, “hürriyet!” avazeleri arasında gelen meşrutiyet, toprakların gerçek sahiplerinin mi, yoksa bekçilerinin mi özgürlüğünü ve refahını sağlayacaktı? Bütün bu unsurları, tek bir Osmanlı kimliği altında birleştirmek, aslında olmayacak bir duaydı ve Osmanlı’nın son dönemi bu olmayacak duaya nafile “amin”le geçti.
Arap kendini Osmanlı ile ne aynı ulusun parçası ne de aynı dinin kardeşi olarak görüyordu.
Osmanlı kimliği ve “Araplarla din kardeşliği dayanışması” Osmanlı’nın hüsnü kuruntusuydu. Araplar, 1. Dünya Savaşı sırasında, bu gerçeği görmemekte direnen Osmanlı’nın peşinden değil, bu gerçeği fark edip kendi çıkarına kanalize eden Lawrence’ın ve İngilizlerin peşinden koştu.
Bu durumda bizim için bu boş saplantıdan sıyrılmadan kurtuluş yoktu.

***

Nitekim kurtuluş, o saplantıdan vazgeçişle geldi.
Vazgeçişin belgesi Misak-ı Milli idi.
Misak-ı Milli ulusal sınırlar içinde kalan bu vatanın evlatlarını, onun dışında kalanların sorumluluğundan, yükümlülüğünden halas ederek kurtarıyordu.
Misak-ı Milli, toplumu kendisinin olana sahip çıkarken kendisinin olmayandan da vazgeçirerek, başka bir deyişle yalnız aldıklarıyla değil, aynı zamanda bıraktıklarıyla evlatlarını kurtarıyordu.
Bu şekilde hem vazgeçen toprakların, hem de vazgeçilen toprakların evlatları aynı anda birden kurtuluyorlardı.
Bu gerçeği gözler önüne seren son tartışma, bize bir kez daha bölgeye ve Arap dünyası ile İslam âlemine doğru yaklaşımın ne olduğunu göstermiştir.
Son yıllarda, tarihi gerçeklerle de bağdaşmayan kof bir Osmanlılık tutkusu peşinde koşma uğruna bir yana bırakılan, Cumhuriyet’in temel felsefesi doğrultusundaki politikaya bir an önce dönülmediği takdirde, yeni zararlar, kayıplar ve hüsranlar yaşanması da kaçınılmaz olacaktır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları