Suriye-Ukrayna aksı

09 Ocak 2023 Pazartesi

Ardı ardına atılan adımlar iktidarın Suriye politikasının tersine çevrileceğine ilişkin görüntü ve umut veriyor. Ancak bu görüntü sadece umut veriyor zira daha önce kapıldığımız umutların boşa çıkması sakınımlı bir tutum takınmamızı zorunlu kılıyor. Sütten ağzı yananın yoğurdu üfleyerek yemesi gibi...

Astana sürecinin başlangıcından itibaren tarafların altına imza koyduğu açıklamalarda, Suriye’nin “toprak bütünlüğü” ve “siyasi birliği” kavramları hep yer aldı. Esasında bu iki ilkeye “Suriye devletinin egemenliği” de eklenmeliydi. Belki havada kalacağı için eklenmedi. Zaten yazılı olanlar da havada kaldı. Türkiye altına imza koyduğu bildirilere aykırı davranmayı ve kendi yol haritasını uygulamayı sürdürdü. Kontrolü altındaki topraklara kaymakam atadı, fakülte kurdu, ev yapıp dağıttı...

Yeniden umutlanmamızın maddi temellerinde bu defa farklı bir etmenin devrede olduğunu saptamak yanlış olmaz. Ukrayna-Rusya savaşı sürecinde ortaya çıkan Türkiye-Rusya ilişkilerinin doğasında değişimler yaşandı...

Türkiye, Suriye’de attığı bazı adımlarda Rusya’nın desteğini almak durumundaydı. Karşılığında kimi ekonomik avantajlar sundu. Ukrayna savaşı ilişkileri farklılaştırdı ve Rusya’nın Türkiye’ye ihtiyacı iki nedenle arttı: İlki, maruz kaldığı Batı yaptırımlarının etkisini azaltmaktan; ikincisi, Suriye’deki yükünü hafifletmekten kaynaklandı... Devamında Erdoğan’ın seçime doğru ekonomik kaynak arayışı, Putin’in desteğine gereksinimi artırdı. O da karşılıksız bırakmadı, Gazprom’un alacağını bir yıllığına erteletti. Esad ile görüşme arzusu bu bağlamda anlam ve değer kazandı. 

Bir husus daha var ki Putin-Erdoğan ilişkisinin adımlarına jeopolitik anlam yükleyecek özellik taşımaktadır: ABD’nin bölgedeki varlığının Suriye’yi bölmeye yönelik olması. Bugüne kadar Erdoğan’ın Suriye politikası Esad’ı iktidardan uzaklaştırma temelli de olsa, sonuçta ABD’nin politikasına paraleldi. İçeride PKK ile mücadele Suriye’de PYD/YPG aracılığıyla PKK’ye alan açma; içerde yerli ve milli, Suriye’de emperyalist ABD ile işbirliği... Bugüne kadar sürdürüldü, sığınmacılara kamuoyu tepkisiyle birleşince artık sürdürülemiyor. O halde yeni tercih Rusya ile birlikte ABD’yi bölge politikalarından tecrit adımı olabilir mi? Zaman gösterecektir...

Atılmakta olan adımların seçime yönelik yanı olduğu açık ancak bütünüyle bu maksada mı yöneliktir? Doğrusu, hemen evet veya hayır demenin olanağı yoktur. Biraz beklemek ve gidişatı görmek lazımdır. 

Gidişatın kalıcı barışa yönelik olup olmadığı hakkında daha ileri yorumlar yapabilmek için iki gösterge öne çıkmaktadır: Karşılıklı olarak büyükelçilerin göreve başlamaları ve sığınmacılara yapılan devlet desteğinin sonlandırılmasına ilişkin takvimin açıklanması... Bu iki adım Erdoğan-Esad görüşmesinden çok daha önemli sonuçlara işaret eder.

Suriye ile her konuda anlaşılsa bile sorunun çözüm yoluna girmesi en az birkaç yıl alacaktır. Türk ordusunun bölgeden çekilmesi ise karşılıklı samimi çabayla yaratılacak güven ortamına bağlıdır. Birkaç yılı alacaktır. Gerekli güvenceler sağlanmadan ve istikrarlı bir ortam yaratılmadan bir çekilme de doğru olmaz.

28 ŞUBAT ZULMÜ

On yılı aşkındır AKP ve FETÖ’nün propaganda makinesi, 28 Şubat sürecini “zulüm” olarak kabul ettirdi. Dönemin TSK komuta heyeti, meşru bir platform olan Milli Güvenlik Kurulu’nda, irticai tehlike konusunda dönemin siyasi sorumlularını uyardı. Devleti yönetenler de bu uyarıyı dikkate aldı. İçlerinde başka bir duygu yaşamaları kimseyi ilgilendirmez. Takınılan tavırlar esastır. MGK üyelerinin hepsi önerilen önlem paketini imzaladı. Hükümetin ilgili bakanlıklarınca da bu tedbirlerin uygulanmasına girişildi. 

İrticai tehlike vardı ve devletin kırmızı kitabında yazılıydı. Nitekim bunun bir yansımasını 15 Temmuz 2016’da yaşananlar gösterdi. Bir irticai grup yani FETÖ darbe girişiminde bulundu. Aynı şekilde örgütlendiği takdirde, bir benzerinin başka bir isim altında aynı işe girişmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur!

O süreçte kimi yanlışlar olmadı mı? Oldu. Halen yaşanmakta olanların yanında devede kulak kalsa da bazı hukuksuzluklar da yaşandı. En azından devletle vatandaş arasındaki gönül bağının zayıflaması yönünde hiç de arzu edilmeyen bir olumsuzluğa yol açtı...

Ama 28 Şubat asla bir darbe değildi. TSK komuta heyeti içinde darbe de düşünülmüş olabilir mi? Varsayalım ki düşünülmüştür. Ama darbe olmuş mudur? Hayır. Bu insanlar isteselerdi darbe yapabilirler miydi? Yapabilirlerdi, yapmadılar ama yapmış gibi gösterildiler.

Parlamento kapanmış mı? Hayır. Hükümet görevine devam etmiş mi? Evet. Dönemin başbakanı hiçbir baskı altında olmadan, koalisyon protokolü gereği ve başbakanlık görevinin koalisyon ortağına verilmesi maksadıyla istifa ettiğini basın toplantısıyla açıklamış mı? Evet!

Dönemin cumhurbaşkanı da yetkisi dahilinde olarak hükümeti kurma görevini ana muhalefet partisi genel başkanına vermiştir. Darbe bunun neresindedir? Hiçbir yerinde!

2015 yılında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yaptığı da benzerdi. O da hükümeti kurma görevini ana muhalefet partisi liderine vermesi gerekirken vermemişti. Darbe yaptı mı diyeceğiz?

SONUÇ 

28 Şubat hukuken ve ahlaken darbe değildir! Bir dönemin tortusunu, kurgulanmış siyasi bir dava üzerinden, bir grup subaya zulüm olarak yansıtmaktan ibarettir! Umarım AYM bu zulmün sürmesine daha uzun süre sessiz kalmaz...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sakarya’dan Afyon’a 28 Ağustos 2023
Stratejik körlük 14 Ağustos 2023

Günün Köşe Yazıları