Mahir Ünalgiller

31 Ekim 2022 Pazartesi

Önce şu hususun altını çizelim: Bizler beğensek de beğenmesek de Osmanlı İmparatorluğu’nun ardılı olanlarız. Meseleye de ne övgüyle ne de yergiyle bakma hakkına sahip değiliz. Ancak bugünkü görece geri kalmışlığımızı o dönemin yanlış adımlarına borçluyuz. Cumhuriyetin ileri adımları bile doğan açığı kapatmaya yetmemiştir. Bunda, Cumhuriyet devriminin kurucusunun yol haritasının dışına çıkılmasının etkisi büyük olsa da geçmişten gelen birikimin tortusu büyüktür ve gelişmenin önünü tıkamaktadır. 

AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal’ın dile getirdiği gibi, birileri sanıyor ki Cumhuriyet, “Osmanlı düşünce setlerini” terk ederek gelişmemizi engelledi. Osmanlıcayı terk ederek düşünce dünyamızı daralttı! Bir kere Osmanlıca diye bir dil yoktu. Saray’ın ve çevresinin kullandığı Osmanlıca diye tanımlanan “dil” Türkçe, Arapça ve Farsça kelimelerden oluşmaktaydı. Osmanlı döneminde ordu her zaman Türkçe konuşmuştu. Halk Türkçe konuşmaktaydı. O dönemden anımsadığımız “düşünce setleri” çok sayıda filozof ve bilim insanı yaratmadı. Olsaydı Cumhuriyet çok daha güçlü doğardı!

Eğer Mahir Ünal’ın söylediği ve karşısındakilerin de saf saf dinlediği gibi bir durum gerçek olsaydı Osmanlıcadan çok daha zengin bir yapıya sahip olan Arapça konuşan halklar düşünde, bilimde, sanatta çok daha ileri düzeyde olurlardı. Oysa hiçbiri kendi petrolünü dahi işleyecek kapasiteye sahip değil!

Belirleyici olan, bilimle ilişkidir. Bilimin rehberliğini benimsemek ya da karşı çıkmaktır. 

Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği yıl Gutenberg ilk basacağı kitabın hazırlıklarıyla meşguldü. 15. yüzyılda Avrupa’da 15-20 milyon arasında kitap basıldığı tahmin edilmektedir. İbrahim Müteferrika, Osmanlı’da Avrupa’dan üç yüz yıl sonra matbaayı kuran kişidir. Daha o günlerde yeni coğrafi buluşlarıyla Avrupa ticaretinin dünya ölçüsünde genişlemekte olduğuna; Amerika kıtasının bulunuşuna; fizik, coğrafya öğrenilmesinin önemine; Avrupalıların yeni kıtadaki ve eski kıtayı çevreleyen denizlerdeki gelişmelerine karşılık Osmanlılığın ve bütün İslam dünyasının derin bir cehalet içinde kalması tehlikesine dikkat çekmekteydi. (Berkes, Türkiye’de Çağdaşlaşma, s.54)

Yazarın aktardığına göre Padişah III. Mustafa (1759:1774), astroloji ve gizli bilimlere merak sarmıştı. Bunlardan edineceği bilgilerle Moskofları yeneceğine inanıyordu. Fransa ve Prusya’dan ısrarla astroloji kitapları ve müneccimler gönderilmesini istemişti. Büyük Frederik verdiği cevapta kendisinin güvendiği bir müneccimi bulunduğunu, bunun da en son model “top” olduğunu bildirmişti (Age, s.132). 

Bu zihniyet devam etti. 1881 yılında devletin maliyesi Borçlar İdaresi’nin eline geçti. Devletin gelirlerinin yönetimi yabancıların elindeydi. Osmanlı devleti yarı sömürgeydi. “Osmanlı düşünce setlerinin genişliğini”(!) bu sonuçtan anlıyoruz!

Cehaletin ulaştığı boyutu kavramak için Şevket Süreyya Aydemir’in Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Cephesi’nde Ruslarla savaşıldığı sırada bölüğündeki askerleriyle yaşadığı bir diyaloğu anımsamakta yarar var. 

Aydemir’in komuta ettiği bölükte, İstanbullu bir başçavuştan başka okuma yazma bilen kimse yoktur. Hangi dinden olduğunu doğru dürüst bilen kimse de yoktur! Kendisinden aktaralım: “Askerlere sordum: “Bizim dinimiz nedir? Biz hangi dindeniz?” Hep birden, “Elhamdülillah Müslümanız” diye cevap vereceklerini sanıyordum. Fakat öyle olmadı. Cevaplar karıştı. Kimisi, “İmam-ı Azam dinindeniz” dedi. Kimisi de hiçbir din beyan edemedi. Arada “İslamız” diyenler de çıktı ama “Peygamberimiz kimdir?” deyince pusulayı şaşırdılar. Akla gelmez peygamber isimleri ortaya atıldı. Hatta birisi, “Peygamberimiz Enver Paşa’dır!” dedi. İçlerinden peygamberin adını duymuş olan birkaçına da “Peygamberimiz sağ mı? Ölü mü?” deyince iş gene çatallaştı. Bir kısmı sağ, bir kısmı ölüdür tarafını tuttu. (...) Bu bölük o zamanki milletin bir parçasıydı. Biz Anadolu köylüsünü dindar, mutaassıp bilirdik. Halbuki bu gördüklerimiz sadece cahildiler.” (Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, s. 86)

Mustafa Kemal, bütün bunları çok iyi bildiği için daha 1910’da yaptığı bir konuşmada, Türk ordusunun iki görevinden birini ülkenin işgalden kurtarılması olarak dillendirmiş; ikincisini ise “Halkın taassuptan ve fikri esaretten kurtarılması” olarak belirtmişti. (T. Bıyıklıoğlu, Atatürk Anadolu’da, İş Bankası, s. 37)

Bu ikincisi, tam olarak Cumhuriyetin düşünce setleriydi. Tamamlanmayı ve Mahir Ünalgilleri tarih sahnesinden silmeyi bekliyor...



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sakarya’dan Afyon’a 28 Ağustos 2023
Stratejik körlük 14 Ağustos 2023

Günün Köşe Yazıları