Ahmet İnsel

Yalan, inkâr ve aldatma rejimi

26 Nisan 2016 Salı

Platon, halkı yönetmek için gerekli olduğunu iddia ettiği yalanı, “asil yalan” olarak adlandırır. Asil yalanı, çok sınırlı bir amaçla ve sadece yönetenlerin kullanmalarını meşru kabul eder. Küçük bir azınlığın iktidar tekelini elinde tutmasını halkın kabul etmesi için söylenen yalan, asil yalandır. Platon’a göre herkes siyasal topluluk (site) içinde kardeştir ama Tanrı herkesi eşit yaratmamış, yöneticilik nitelikleri olanları altından, diğerlerini ise adi bir maddeden yaratmıştır demek, bir yalandır ama siyasal topluluğun selameti için gerekli, bu nedenle asil bir yalandır.
Bir doktor hastasına yalan söyleyebilir çünkü hem gerçeği bilmektedir hem de yalanın bu gerçeği değiştirme olasılığını da hesaba katmaktadır. Sonuçta genel olarak aristokrat, daha modern zamanlarda da paternalist yönetim felsefesi, yönetmek için yalan söylemenin, belli koşullarda gerekli olduğunu savunur. Aslında burada söz konusu olan her zaman yalan değildir. Aldatmakla yalan söylemek, gizlemekle aldatmak arasında fark vardır. Siyaset felsefesi siyasalın üzerine düşünülmeye başladığından beri bu ayrımlar hakkında yürütülen tartışmalarla doludur. Modern zamanlara gelirken bu tartışmanın daha da yoğunlaştığı görülür.

Halkı aldatmak
Açıkça yalan söylemenin değil ama gerçeği gizlemenin ve karşıdakini yanıltmanın yönetmek için gerekli yöntemler olduğunu iddia edenler, yönetenlerin bunu kendi çıkarları için yapmadıkları sürece meşru olabileceğini savunurlar. “Gizlemesini bilmeyen, yönetemez” sözü modern siyasal düşünün başlangıcında yaygın bir kabul görmüştür. Makyavel’e atfedilen yöneticinin yalan söylemesinin gerekli ve meşru olduğu öğüdü, açıkça yalan söylemekten ziyade gerçeği gizlemeyi ve aldatmayı kasteder. Bu konu siyasal düşünde 18. yüzyılda o kadar tartışılmaya başlanmıştır ki, 1780’de, D’Alembert’in önerisi ve Prusya kralı II. Frederik’in (Filozof Kral olarak da tanınır) girişimiyle Berlin Akademisi, “Halkı aldatmak yararlı mıdır?” konulu bir yarışma açmıştır.
Bir de gerçeği yok etmeye çalışan yalan vardır. Burada söz konusu olan bir olguyu gizlemek, hakkında konuşmamak, yokmuş gibi yapmak değil, olmayan bir şeyi varmış gibi göstermek ya da somut bir gerçek bütünüyle ortada iken varlığını bütünüyle ve açıkça inkâr etmektir. Bu yalan türü, özellikle kitle iletişim araçlarının yaygınlaştığı dönemde, yalanın ne kadar büyük olursa o kadar inandırıcı olacağı ve izinin kalacağı iddiasıyla şahikasına varır. Ama aynı zamanda bu tür yalanlar, bir zaman sonra yalanı üretenin de inandığı bir olguya dönüşür ve yönetilenleri aldattığını zanneden yönetici ve çevresi gerçekle ilişkisini yitirir. Hitler’in, müttefik orduları Berlin’e birkaç yüz kilometre mesafedeyken hâlâ Kızıl Ordu’ya karşı zafer hayalleri görmesi gibi.

İnkâr bağımlılığı
Yalan ve aldatma politikasıyla giderek daha fazla kendini dayatan bir rejim, yalan, inkâr ve aldatmaya bir o kadar bağımlı olur. Bu nedenle bu tür rejimler sadece yalan söylemekle yetinmezler, giderek daha fazla baskıcı, yasaklayıcı, susturucu olmak zorundadırlar. Asil yalanlara dayanarak değil, artık bütünüyle pespaye yalanlarla, ipliği bir günde pazara çıkan inkârlarla iktidarlarını korumaya odaklandıkça, gerçeğin tüm şiddetiyle geri dönüşünden bir o kadar endişe etmeye başlarlar.
İşte tam bu nedenle bu rejimlerde muhalefet sadece karşı çıkma ve direnmeyle değil, aynı zamanda yalan rejiminden de kopuşla ancak başarılı olabilir. Bu ise inkâr, aldatma ve yalanın sadece iktidardaki haline karşı mücadele ederek değil, toplumsallaşmış haliyle yüzleşmekle ve hesaplaşmakla ancak mümkündür.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları